Türkiye’nin zirvedeki aylık sosyal yaşam dergisi Klass Magazin yine çok özel bir çalışmaya imza attı. Klass Magazin, ünlü TV yapımcı ve sunucusu Zahide Yetiş ile çok özel bir moda çekimi gerçekleştirdi.

Sheraton Ataköy Hotel’de gerçekleştirilen çekimlerde başarılı moda fotoğrafçısı Ali Kangal’a birbirinden özel pozlar veren Zahide Yetiş ekrandaki büyüsünü, Klass Magazin sayfalarına taşıdı.

 

Çekimlerde başarı öyküsünü de anlatan Zahide Yetiş bugüne kadar hiçbir yerde dile getirmediği çok özel duygularını ve yaşamına ilişkin bilinmeyen detayları Klass okurlarıyla paylaştı…. 


BAŞARILI SUNUCU ZAHİDE YETİŞ EKRANDAKİ BÜYÜSÜNÜN SIRLARINI KLASS OKURLARIYLA PAYLAŞTI: 
 
“DOKTORLAR İLE KALFALIK DÖNEMİMİ, 'ZAHİDE İLE YETİŞ HAYATA' İLE ŞİMDİ OLGUNLUK DÖNEMİMİ YAŞIYORUM”
 
TV ekranlarının son yıllardaki fenomen ismi Zahide Yetiş, dört yıl boyunca sunduğu “Doktorlar” programıyla tanındı. Sağlık programı formatına bambaşka bir renk kattı. Bu programdaki performansı ona bambaşka kapılar açtı. O artık “Zahide ile Yetiş Hayata” adlı kuşak programıyla akşamları ATV'den evlere konuk oluyor ve tüm Türkiye’yi ekranlara kilitliyor. Başarılı sunucu Zahide Yetiş ekrandaki büyüsünün sırlarını Klass okurlarıyla paylaştı.    
 
 
 
 
Röportaj:Özgün Küçükkahraman
Fotoğraflar: Ali Kangal
Kıyafetler:Aftershock London
Mekan: Sheraton Ataköy Hotel
 
Sizi ilk kez “Doktorum” programı ile tanımıştık ve şimdi “Zahide ile Yetiş Hayata” isimli bir program yapıyorsunuz. Bu programın sizin için önemi nedir? Hedeflerinizde hep böyle bir program yapmak var mıydı?
“Doktorum” programı dört sezon devam etti ve yaklaşık 750 program yaptık. Benim mesleğimdeki herkesin hayalidir adıyla program yapabilmek. Tabii ki hayalimde böyle bir şey vardı ve gerçekleşeceğini düşünmüştüm. Bu hayalimle ilgili hep dua etmiştim. Şimdi gerçekten yaşıyorum. Ben hep dua ederim ve rabbim de beni hiç yarı yolda bırakmadı. Ne istediysem vermiştir, sınamıştır da, şımartmıştır da. Galiba şimdi şımartma aşamasındayım.
 
Peki, programınızı format gereği nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu yeni oluşturulan bir format. Biz bir formatı alıp da başka bir formatın içine koymadık. Kişiyle özdeşleşen, akşamüstü kuşağında artık insanların eve geldiği rahat, mutlu ve huzurlu olmak istedikleri bir zaman diliminde saat 16.00-19.00 arası yayınlanıyor. Hem bilgi veren, hem keyif veren, hem eğlendiren, biraz düşündüren, zamanı geceye bağlarken daha kaliteli ve keyifli geçmesini sağlayan bir program. Aynı zamanda çok da  şanslıyım, çünkü çok keyifli bir ekibim var ve çok keyifli bir kanaldayım. Şanslıyım çünkü çok iyi bir saatteyim. Yani istediğim işi istediğim yerde istediğim programla yapıyorum. Yapmak istediklerimin hepsi bu mu? Hayır asla. Daha çok şey yapacağımı hissediyorum. Sadece bir kısmını yapabiliyorum şu anda. Ama heyecanım müthiş, enerjim müthiş, hiç bitmeyen telaşım ve keyfim var.
 
Fenomenleşmek gibi bir hedefiniz var mı?

Fenomen olmak zaman, alışkanlıklar ve sevgiyle ilgili bir şey. Öyle ki sizi hatanızla sevabınızla kabul edebiliyorlarsa, bağırlarına basabiliyorlarsa, zamanla artık alışkanlık yaratıp hayatlarından ve içlerinden bir parçayı sizde bırakmışlarsa fenomen oluyorsunuz. Bu tabii ki çok keyifli bir durum olurdu. Kendim için de arzu edilen bir durum olurdu. Çünkü benim mesleğimi yapan pek çok kişi şu anda yok. Mutlaka bir yerlerdeler ama ekran önünde olmayınca bizim için yok olmuş gibi bir görüntü oluyor. Oysa tabii ki hayat devam ediyor. Bir gün herhalde bizim için de böyle olacak. Ama o zamana kadar ben iyi işler yaptım diyebilmeliyim. Bu işe TRT’de çok güzel işlerle başlamıştım. Kanal D’de güzel bir iş yaptım. ATV’de bence olgunluk dönemini yaşıyorum. Daha oldum mu? Yok, daha yolum var. Kalfalık dönemimi yaşadım, şimdi olgunluk dönemimi yaşıyorum.  
 
Ustalık dönemi mi diyelim?

Ustalığa uzun uzun yıllar sonra geçerim ki hiç bitmez. Ustalık olunca sonu yok artık.


 
“SEVİLİYORSAM SEBEBİ SAMİMİYETİMDİR”

Peki, bu kadar çok sevilmenizin sizce sebebi nedir?

Seviliyorsam sebebi samimiyettir diye düşünüyorum. İnsanlar ekranlardaki ışığı da, samimiyetsizliği de, kendine yakın olanı da olmayanı da anlayabiliyorlar. Çünkü herkes profesyonel oldu. İzleyiciler de profesyonel izleyici artık. Artık ne verirsen onu alan izleyici yok. Sizi hissediyor, sizi anlıyor takip ediyor, sizinle beraber yaşıyor. Fikirlerini öğreniyor, eğer uyarsa aklına, kalbine, mantığına sizinle yoluna devam ediyor. Yoksa sizden çok kolay vazgeçebiliyor. Çünkü alternatif çok. O yüzden akıllı izleyiciye hizmet etmek beni mutlu ediyor. Emek istiyor. Artık programın gidişatını fark edebiliyor çünkü. Bu dönem belki uzun yıllardır olmayan bir şey oldu, gündüz kuşağında bir sürü program yayına girdi.  Zaten konuklu bir program yapıyorsanız 100’ü geçmez alabileceğiniz konuk sayısı. 100 bile çok belki 50 kişidir. 50 kişi her yerde dönüyor. Herkes konuk alıyor. Çok da keyifli ağırlıyoruz ve çok değerli insanlar onlar. Fakat bir konuğu, sabah da izleyebiliyorlar, öğlen de denk gelebiliyorlar. Akşam tekrar denk geliyor. Farklılık yaratmak gerekiyor programlarda. Programın en büyük farklılığı sunan kişidir. İkincisi saatidir. Programın içtenliği, samimiyetidir. Hatasıyla sevabıyla sizi bağırlarına basarlar. Mesela kimleri örnek alırsın derseniz; bence Mehmet Ali Erbil bu milletin en çok bağrına bastığı, en çok affettiği, evin içinden birisi olarak gördüğü insanlardan biridir. Mehmet Ali Erbil gibi sevilebilmeyi çok isterim mesela. Hem genç aynı zamanda da öyle bir sevgiyi yaşatabilen bir insan.
 
Türk halkı sizi çok seviyor ama…

Belki o şundan olabilir; sabah saatlerinde çok erken kalkıp bir program yapıyorsunuz. İzleyici kitlesi belli. Oysa şimdi artık akşamüstü kuşağında hatta bizim kuşak neredeyse prime time’ın başladığı saat. Karşınızda ciddi bir rekabet var. Çok güçlü programlar var ve artık o saatte havanın karardığı, insanların eve girdiği ve yaşamın televizyona döndüğü saatler. Eskiden daha kadına yönelik bir kitlem varken şimdi beyleri de içine alan bir kitlem oldu. Bir reklam yüzü olmamla beraber dönen reklamlar her yerde hatırlanmamı ve tanınmamı sağlıyor, ikisi birleştiğinde sanıyorum ışık biraz daha parlıyor.
 
“Doktorum” programıyla şimdiki programın arasında ne fark var? Mesela sokağa çıktığınız zaman neler yaşıyorsunuz, neler görüyorsunuz?

Çok fark var. Ben ilk İstanbul’a geldiğimde, İzmir’de yıllardır program yapıyor olmama,17 yaşımdan beri ekranda olmama rağmen, sanki hiçbir şey yapmamışım gibi oldu. Çünkü İstanbul’a gelişle burada yapmış olduğum başlangıçla insanlar beni daha çok tanıdılar. “Doktorum” dört sezon sürdü. Ben onun tanınmışlığının ve sevgisinin çok teveccühünü yaşadım çevremden. Şimdiyse çok daha fazlasını görüyorum. Bu kuşak izleyicisinin sevgisi de müthiş, kalıcılığı da çok keyifli ve ulaştığım yerin çok büyük bir kitle olduğunu düşünüyorum. Normalde “Aaa doktorlardaki kız’’ derlerdi, şimdi direkt ‘’Zahide Yetiş’’ diyorlar. Çok büyük bir fark. Bunu bir de sevgiyle söylemeleri çok daha güzel bir ayrıcalık.
 
“BABAANNEMDEN KAYNAKLI ÇOK İNANÇLI BİR YÖNÜM DE VARDIR”

Yaşadığınız ilginç anılarınız var mı bununla ilgili?

Ben çok taksiye binerim. Bir gün telefonla konuşurken bindim taksiye o da telefonla konuşuyordu ve karısını inandırmaya çalışıyordu, hatta ben telefonla konuşurken çaktırmadan benim sesimi dinliyordu. Kısa bir mesafe gitmemize rağmen inmeme yakın “Dur şimdi kapatıyorum müşterimin telefonu bitti” dedi sonrasında bana söyledi durumu. O yakınlığı hissetti ve sonra ben eşiyle konuştum o kadar mutlu oldu ki. Bu arada taksicinin eşi hamile ve 9 aya yakın bir hamileliği varmış. Biz konuşurken sancısı geldi ve onlar apar topar hastaneye gittiler. Bu çok güzel bir şey; karşınızda sizinle heyecanla, sevgiyle konuşan biri var. Bu bize bahşedilen bir lütuf. Orada olduğum insanlara merhaba dediğim her saat bana Allah tarafından verilen bir lütuf. O yüzden her anın tadını çıkarmaya, mutlu olmaya çalışıyorum. Hep mi mutlu oluyorum? Hayır, bu programda çok insanın hayatına dokunduk ve öyle şeylerle karşılaştım ki. Mesela bir Hataylı annemiz geldi bize; Hataylı annemiz dünya tatlısı 83 yaşında pamuk yüzlü bir teyzemiz. Hataylı annenin aslında 5 evladı var ve ikisi erkek. Fakat onlar ortada yok. Üç kız çocuğu var ve kadıncağız bir kızı tarafından oturtulduğu evden çıkartılmak üzere. İki kızına aslında ev almak için bu kızına kalan mirasını veriyor. Fakat bu kızı, o iki kardeşe ev almak yerine kendi kızına yani Hataylı annenin torununa o evi alıyor ve daha sonra da “Bu evden çıkın” diyor. Kadıncağız apar topar bize geldi. Hukuksal olarak sorunu çözmeye çalıştık ama olay sorunu çözmekte değildi. O yaşta bir annenin düştüğü durum, çocukların elindeki hali, hepimizi üzdü. Bütün program ekibi olarak üzüldük. Ama en azından çözüm bulmasında yol göstermiş olduk, elimizi uzatmış olduk. Yine bir programda; birbirini seven çok güzel bir çift kaçarak evlenmişler ve maddi durumları sıkıntılı. Eşinin kulaklarında duyma problemi var ve buna rağmen hayatlarında aşkı hiç bitirmemişler ve iki evlat sahibi olmuşlar. Bunlar ailemize katılan yeni üyeler oldu. Hem kulaklarının duymasına yardımcı olmaya çalıştık onlara kulaklık aldık hem de hiç gelinlik giyinmemişti kız ve ilk defa stüdyoda gelinlik giydi. Birbirine böyle aşkla bakan çiftleri görmek, onların o ışıklarını görmek, heyecanlarını tatmak müthiş güzeldi. Bir de bunların dışında programda bizim eğildiğimiz dini konular da var. Benim bu tarafım çok bilinmez ama benim babaannemden kaynaklı çok inançlı bir yönüm de vardır. Ve programda onu da insanlar biraz görmüş oldular. Ama bu asla yanlış anlaşılmasın, bir taraftan Batılı bir duruş ama o duruşun içinde olan dini bir inanç. Benim inancıma göre “Oku” ilk emirdir ve ilk yapılması gerekendir. Bana göre “Oku” sözü; sen bil, sen öğren, en iyi ne varsa sen yap demektir. Ben hayatım boyunca bunu yapmaya çalıştım.
 
En çok okumaya ve en iyiyi yapmaya mı çalıştınız?
En iyi bilgi neredeyse onu almaya, bilgiyle donanmaya çalıştım. Daha çok yolumuz var ama her anlamda kendimi geliştirmeye çalıştım. İşim buna o kadar müsait ki; pek çok insan tanıyorum ve bu insanlar işlerinde hep muazzam yerlere gelmiş, akıllı, görgülü, bilgili insanlar. Ve canlı yayındasınız bu insanlarla doğru soru sorabilmek için çalışmak zorundasınız. Bu da kendinizi daha iyi geliştirmenize sebep oluyor. Ben işimi çok seviyorum.


 
“NORMAL HAYATTA DA POZİTİF VE SICAKKANLI BİR İNSANIM”

Peki, Zahide Yetiş, ekran karşısında çok pozitif, çok sıcakkanlı, normal hayatta da böyle mi?

Normal hayatta da pozitif ve sıcakkanlıyım. Ama nedense bir kısım tarafından ekranda sanki orada, hep gülümseyen, hayatı daha olumlu algılayan, herkese iyi davranan bir insanın normal hayatında böyle olamayacağı düşünülüyor. Ama ben değişemem ki, üç saat ne kadar oynayabilirsiniz? Haftanın 5 günü program yapıyorsunuz ve bu yıllarca sürüyor. Mutlaka belli olur, duruşundan, bakışından. Ben neysem oyum. Orada ne görüyorlarsa, ne düşünüyorsam söylüyorum. Dışarıda da aynı şeyi yapıyorum. Ben insanlardan çok şey öğreniyorum. O insanın mevkisi, maddi gücü, yaptığı iş ya da okumuş yazmışlığı değil; mutlaka öğrenilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. O yüzden ben bir yerin genel müdürüyle de sohbet ederim keyifle, lavaboya gittiğim zaman orada çalışan ablayla da çok keyifle sohbet ederim.  Çünkü her ikisinden de öğreneceğim hayata dair bambaşka şeyler var. Babam hukukçu olduğu için ben de avukat olmayı isterdim. Beni bir gün adliyeye götürmüştü babam ve hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü benim hayalimde Amerikan filmlerindeki gibi görürdüm, bir cübbeyle geleceğimi düşünür, salına salına koridordan ve öyle güzel bir savunma yapacağım ki aklımı bilgimi ve deneyimimi kullanarak ve jüri karar verecek… Öyle bir dünya yokmuş. Bir baktım ki mübaşir herkesten daha fazla ses çıkaran, sözü dinlenen ve ne olur denilen kişiymiş. O yüzden sizin gördüğünüz hep arkada başka kişi varmış gibi görünüyor. Oysa benim için hayalimdeki avukatlık mesleğiyle gerçeği arasında fark vardı. Ama ekranda bu kadar yıl bir şeyler yapan bir insanın çok zordur oynaması. Ben hiçbir zaman oynamadım. Çünkü çok küçük yaştan beri ekranda olduğum için, belki o zamanlar acemiliklerim olmuş olabilir ama şimdi dediğim gibi olgunluk dönemini yaşıyorum ve bunun tadını çıkarıyorum.
 
Her akşam televizyon yoluyla konuk olduğunuz evlerin bir ferdiymiş gibi hissediyor musunuz kendinizi…

O bir keyif benim için. Çünkü beni iki tane yaş almış insan büyüttü. Babaannemin de onun annesinin de benim hayatımda etkisi çok büyüktür. Babaannesi tarafından büyütülmüş bir çocuk olduğum için şükrederim hep… Çünkü sonsuz sevgi, ilgi ve sonsuz şefkat gördüm. Çok büyük bir lüksmüş bu şimdi anlıyorum. Bu kadar aileler ayrılıyor… Benim annem babam da ayrıldı ama en büyük şansım babaannemin büyütmesi. O yüzden belki evin kızı olma hali... Hep evin kızıydım, küçük, şımarık, bir şey istediği zaman tatlı tatlı söyleyen, çok şımartılmasına göz yumulmayan ama genellikle istediği mantıklıysa yapılan fakat sonsuz sevgi verilen, hep şefkatle sarılan bir çocuk oldum ben.
 
O zaman iki kişiydi şimdi 70 milyon oldu galiba…

Keşke öyle bir şey olabilse bu muhteşem bir şey olurdu. Hep annelerinin beni sevdiğini söylerler akranlarım, çok da mutlu olurum bundan. Çünkü onların ilgisinin ve sevgisinin kalıcı olduğunu, çok gerçek olduğunu, paha biçilmez olduğunu, biliyorum ben. Dışarıda görüyorum çünkü bunu. Gördükleri zaman önce çekinip sonra göz göze geldiğimizde küçük bir gülümsemeyle gelip sarıldıklarını, çok rahat dertlerini anlattıklarını, niyetlerini görüyorum. Orada Zahide Yetiş ya da Zahide Hanım yok, Zahideciğim, Zahide kızım var. Bu beni en çok mutlu eden şey… Şükretmeme, iyi ki bu mesleği yapıyorum dememe sebep olandır.
 
Sizi herkes ekranda görüyor, öyle biliyor… Peki, ekran dışındaki Zahide nasıldır? Neler yapmaktan hoşlanıyor?
İçki içmiyorum, sigara kullanmıyorum. Gece hayatım yok, çok belli başlı yerlere çok nadir çıkarım. Uykum gelir çünkü. Uyku düzenine önem veririm. Ben aslında evde olmayı çok seviyorum. Evimde çok mutluyum, bilgisayarım, televizyonum şimdi kedim… Çok canı sıkılacak bir durum olmadan saatler hatta günler geçirebilirim ben evde.
 
“KULAKLIĞIMI TAKAR SAATLERCE YÜRÜRÜM ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ”

İzmir insanı daha çok gezmeyi sever…

Gezerim de ama daha çok yürüyüş yapmayı severim. Belki sahilde oturmanın bir avantajı bu. İzmir’deyken öyleydi hep. Hep deniz kenarında gezip, kulaklığımı takar saatlerce yürürüm çocukluğumdan beri. Bazen okula da yürüyerek giderdim ki Fatih Koleji’ne giderken 5-10 kilometre yürüdüğüm zamanları biliyorum… Spor anlamında pilates ve yürüyüş yapıyorum. Beni çok mutlu ediyor. İnsanlarla konuşmayı sohbet etmeyi çok seviyorum. Asla kendimi çekmiyorum onlardan. Geri dönüşleri almam gerektiğini düşünüyorum. Zaten programda da çok söylerim, yaşadığım bir şey varsa paylaşırım programda hep. Eskiden hafta sonları daha çok İzmir’e gidiyordum. Şimdi o kadar fırsatım yok. Ama burada kız kardeşim var. Evli ve iki çocuğu var. Yeğenlerimle beraber olmaya bayılıyorum.  Araba kullanmaya bayılıyorum. Yağmurda biraz yüksekçe bir yere çekip arabayı yağmuru ve şehri seyretmeye bayılırım. Benim en gizli kaçamağım budur.
 
Ailenin biricik kızı olarak herkes sizi evlendirmeyi düşünüyordur değil mi? İlginç teklifler alıyor musunuz annelerden teyzelerden?

Çok alıyorum. “Doktorum” programında da böyle şeyler olurdu ama bu sezon çok enteresan bir hediye geldi. Bir açtım hediyeyi, içinden gelinlik çıktı. Tabii şöyle bir gerçek var, ekranda gördüğünüz insanı tanımadığınız için, orada bir hayale âşık olabilirsiniz. Kimsenin kalbini kırmak değil elbette niyetim ve sahibini bilmiyorum hala. Böyle enteresan şeyler insanın gururunu okşasa da sonrasında bir başkasını üzecek olmaktan da imtina ederim her zaman. Çünkü onun belki de âşık olduğu, sevdiği, hayal kurduğu kadınla gerçekten tanışsa “Ben oradakinden farklı değilim” diyorum ama o acaba nasıl görüyor, onu bilemezsin. Onun penceresinden nasıl görünüyorum bilemem. O yüzden gerçekçi gelmiyor. Bir hayranıyla birliktelik yaşamak ya da ciddi bir şeyin başlangıcını yapmak çok bana göre bir şey değil. Gerçekliği yaşandıkça beraber soluk alıp verdikçe görürsünüz. Babamın bir lafı vardır. “Günlerce aylarca bir pastanede bir şeyler içebilirsin, âşık olabilirsin, ölebilirsin onun için ama bu gerçek değildir. Ne zaman gerçek olur? Aynı cüzdanı, aynı anahtarları ve aynı yastığı paylaşmaya başladığın zaman” bu gerçektir. Evli olanlar çok iyi bilirler, yastık birleşir, anahtarlar birleşir, cüzdan birleşir, bu üçü birleştiği zaman aslında karakterler de ortaya çıkar. Yaşam mücadelesinde gerçeklerde ortaya çıkar. Bir kitabım var “Dinle Hayat Sana Fısıldıyor” diye. Orada evlilikleri ve ikili ilişkileri konu ettim. Şimdi programda da ikili ilişkileri konuşuyorum. O kadar çok derdi olan insan sırrını paylaşıyor ki benimle.
 
İkili ilişkileri biliyor ve konuşuyorsunuz. Bu durum sizi ne kadar etkiliyor? Bu gidişle hayatınıza kimseyi sokamayacaksınız...

Özel hayatımı konuşmayı çok sevmem ama hayatımda birisi var. Bizim işimiz hayatımızda aşk varsa, sevgi varsa çok daha keyifle, güzelliklerle yapılabilen bir iş. Ve ben şanslıyım ve bana destek olan birisi var hayatımda.
 
“İNDİRİMDEN BİR ELBİSEYİ UCUZA ALABİLİYORSAM KENDİMİ KARDA SAYARIM”

Modadan bahsedersek, ne tarz giyinmekten hoşlanırsınız?

Vücudumun neresi iyi, neresi kötü, kilo aldığım zaman nasıl kapatmam lazım, bunları biliyorum. Elbise denemem ben mesela. Çünkü o kadar çok elbise giyip çıkardım ki artık hangi elbisenin olabileceğini, hangisinin üzerimde nasıl durabileceğini aşağı yukarı kestirebiliyorum. O yüzden satın alma konusunda denemeden alırım elbiseleri. Özellikle marka tutkunluğum yoktur. Marka ben olmalıyım, benim üzerimde çuval olsa marka olmalı. Benim anlayışım budur. Çok fazla para harcamayı da sevmiyorum. İyi olan akıllı alışveriştir bana göre. Doğru renkleri doğru tarzla birleştirebilmek. Hatta indirimden o elbiseyi çok daha ucuza alabiliyorsam ben kendimi karda sayarım. Önemli olan zaten sende nasıl durduğu ve senin nasıl taşıdığındır. Duruşun, bakışın her şeyi değiştirebilir.
 
Peki, favori renkleriniz neler?

Narçiçeği rengini çok severim. Gece parliament mavisini çok severim. Bu sezon özellikle her iki rengi de severek kullandım. Sarışın ve beyaz tenli olduğum için siyah vazgeçilmezim. Kırmızı da çok güzel bir renk. Yine sarı saçın vazgeçilmezi kırmızı. Bu Ocak sayısı olacağı için, yeni yıl ve kırmızının uğuruna da inandığımdan dolayı röportaj çekimi için de kırmızı elbise giymeyi tercih ettim. Röportaj için bana çok özel kıyafetleri gönderen Aftershock London markasının sahibi Eda Atak'a da teşekkür ediyorum buradan.
 
Peki, bundan sonraki hedeflerinizde ve hayallerinizde neler var?

Söylediğim gibi bana sunulanın bir lütuf olduğunu düşünüyorum ve bu teveccühü gösteren herkese binlerce kez teşekkür ediyorum. Siz bir yerdeyseniz sizin mesleğinizde torpil olmaz. Siz bir yerdeyseniz sizi gerçekten insanlar bir yere koymuşlar ve seviyorlar demektir. Bunun kalıcı olmasını, ömürlük olmasını diliyorum. Yaşlansam da program yapmayı istiyorum. Ama tabii hayat ne gösterir, ne kadar izin verir sağlığım ve yaşamım ama nefesim yettiğince devam etmek istiyorum… Ekranda olmak çok güzel bir duygu ve ne yazık ki ciddi bir tutku. O yüzden meslektaşlarımın programları bittiği zaman çok üzülürüm. Herkes işsiz kaldığı zaman mutlaka üzülür ama bizim meslekte bambaşka bir şeydir. İçinde bir ateş söner. O ateş ekran karşısında bir program ve izleyiciyle buluştuğunda tekrar yanar. O yüzden o ateşin hiçbir arkadaşımız için sönmemesini isterim.

KAYNAK:  Halis Ayyıldız
Klass Magazin
Genel Yayın Koordinatörü 
hikaye oku