Farklı bir açıdan 1 Mayıs'ı yorumlayan Ağırman'ın yazısı şöyle:


Hayat ne bir bayram ne bir yas günüdür, hayat başkaldırının ürünüdür…

Ömrüm boyunca anlamına layık olmayan her gelenekten ölesiye tiksindim. İnsanoğlunun gözünü boyamak için içi boş saçmalıklar hep yük oldu bana. Bu 1 Mayıs sabahında da söylenerek uyandım; işçi bayramıymış. Hangi bayram ayıptır? Bayram demek haksızlıktır, ussuzluktur. Bu sebeple bayram kutlamayacağım; süslü sözler doyurmuyor artık karınları. Biz görmesek bile, bu acı gidişle onları bekleyen ‘son’ gün gibi ortada. Kot kumlama işçileri, maden işçileri, tersane işçileri, fabrika işçileri, toprak işçileri, seks işçileri... Uzar gider bu liste.

Ömrünü sanata adamak zor zanaat; boğazında hep bir düğümle yaşıyor insan. İstiyorsun ki tüm dünya eşit haklara sahip olsun, ezilmesin hiçbir canlı, hor görülmesin; emek en büyük değerle ödüllendirilsin. İşte bu gün kızgınım her şeye ve işçi kardeşim sana da kırgınım. Yıllarca sırtında en ağırından başkalarının şaşalı hayatını taşıdın da şiir kokulu şairler seni yazdığı için zindanlarda çürüdü görmedin; yirmilerinde bir öğrenci yumruğunu sıkıp senin çileni haykırdığı için dar ağacına gitti, o yola set kurmadın; bir o ozan sazının telinde dağa taşa seni anlattı, duymadın. Şimdi sözcüklerim çelikten bir balyoz olsun insin istiyorum gözlerine, kulaklarına.. Ah kekik kokulu ana kuzusu.. O hayran olduğun canavar, ipek örtülü masasında gümüş çatal kaşığıyla yediği envayi çeşit yiyeceği ceylan derisi koltuğunda sindirirken senin emekçi, yorgun, nasırlı, çatlamış ellerindeki lokmana katıktır tırnaklarında kalan kömür, toprak, beton. Tok gözlüsündür bilirim. Kanaat edersin, her lokmanı bin kere hak edersin; ama yine de baş köşede olmasına ses etmezsin seni sömüren emek tacirinin. Oysa sustukça simitle hesaplanacak alın terin,kelle koltukta mesai saatlerin, koca koca makinaların önünde iki yana sarkan körpecik kolların, yerin altında ölüme açılan kapıların, tarlada güneşin alnında sicim gibi terden açılamayan tozlu kirpiklerin, ölümlerin,zulümlerin, faciaların kimsenin umurunda olmayacak;ölü yoksulluğunun başında utancın bile yüzünü kızartan utanmazların verdiği demeçler olacak. Etrafın, 364 gün seni sömürüp bir gününe bayram diyen yüzsüz yüreklerle dolacak..

İsyanım, ağıtım sana. Şöyle bir yoklayınca hafızamı, ince bir hüzün oturuyor yüreğime. Tersanelerde, Ermenek'te, Zonguldak’ta, Soma’da, karanlık caddelerde, Babil’in şeytanına yaklaşma içgüdüsü ile yapılan gökdelenlerde,pamuk tarlalarında, fındık bahçelerinde, fabrika vardiyalarında kayıp yok olan hayatlara geçirmek istiyorum tırnaklarımı, omuzlarını silkerek bağırmak istiyorum ‘Bir türkü söyle!’ diye; çünkü benim toprağımda ‘isyan’dır türkünün bir diğer adı da.

O her facianın ardından istatistik hesaplar yapanlar,bahane üretmeyi kesin! Her yeri kirlendi yeni gelin körpeliğindeki ülkemin.. Gökyüzü lekeli kardeşim, yedi iklimin ülkeleri günahkar kul hakkı zapt etmiş her yanı  mağripten maşrika. Rüzgara karışmış ağıtlar; yine de mühürlü dudaklar. Yedi bitirdi beni bu sağır edici suskunluk.. Benim  emekçim, eflatun bir akşamda bile gri bir savaştan dönüyor; bilge elleri yaşam savaşını mayınlı arazide veriyor. Kuru ekmeğiyle yaşama tutunmaya başarırsa bile bir uzvunu cephede bırakıyor. Acı kavgalarla dolu ömrü..

Bir Pazar sabahında çivileniyor bakışlarım bir gazete haberine: “Bir tersane işçisi kaza sonucu öldü’’.. Dilimden o dakika şu dizeler dökülüyor;

“Tersanenin  küf kokan ıslaklığında

Yere çakıldı ak saçları kınalı dul kadının tek erkek evladı.

O akşam sis çöktü Dersâdetin ölgün sokaklarına..

Siz ışığın sultanları, görkemli lambalarınız bile aydınlatamaz bu sisi;

Bu sis, cansız yatan emekçinin sarı benzi..”

Yazımı büyük yazar Emile Zola’nın beni en çok etkileyen kitabı Germinal’den bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum.. İsyanımı dile getirdim naçizane. Belki hiçbir işe yaramayacak; ama inandığım davalarda kendimi hep Hz. İbrahim’in karıncası gibi hissederim.. Benim taşıdığım su, o ateşi söndürmez belki; ama safım belli olsun.

“Alev saçan güneşin altında, bu gençlikle dolup taşan bir kara insanlar ordusu bitiyordu yerin altında. Oluşan bir tohum gibi.. Bir gün filizlenince toprağı çatlatacak  bu tohum; bir gün.. Gelecek yüzyılda..”(Emile Zola, Germinal)

 

Özlem AĞIRMAN