‘Dünyanın gidişi hariç, her türlü akıntıya karşı durabilirsiniz’ der bir Japon Atasözü. Lakin dünyanın kaynaklarını kendi hırsları yüzünden savurganca kullanmakta ve doğasını bozmakta hayli marifetli olan insanların dünyanın gidişini de etkiledikleri bir gerçek. Bu etkilenmede dev bütçelerle yürütülen silahlanma yarışının rolünün ne denli büyük olduğu da muhakkak. Nitekim kutsal kitapların ötesinde Stephen Hawking’ten Baba Vanga'ya ve gelmiş geçmiş en ünlü kâhin olarak görülüp üçüncü dünya savaşı için 2076'yı işaret eden Nostradamus’a… Dünyanın geleceğindeki tehlike ve sonrasında insanlığı yepyeni bir düzenin bekleyeceği öngörüsü çeşitli yorumlarla dile getirilmiş. Bu kehanetlerin, varsayımların ne oranda gerçekleşeceğini bilmemiz mümkün değil. Ama ekonomik çalkantılar içindeki dünyanın günbegün kötüye doğru gittiği ve buna karşı durmanın güçlüğü görülebiliyor rahatlıkla.



Hızlı gelişim gösteren teknolojinin ve yapay zekâ kullanımının ne sonuçlar doğuracağının bilinmezliğindeki dünyanın mevcut hali böyleyken uzak gelecekle ilgili kurgular da bolca malzeme yapmakta, felaket geçirmiş dünya tablosunu… Nasıl ki, gelecekte otoriter-baskıcı devlet modellerinin yani distopyanın hâkim olduğu zamanları anlatan ‘Yürüyen Kentler’ isimli roman serisinden uyarlanan ‘Ölümcül Makineler/Mortal Engines’ de bunlardan biri!

Yeni dünya düzeninin yerleşik kentlerle değil de hareket eden makinelerden oluşan büyüklü küçüklü şehirler şeklinde tasarlandığı kentsel evrim olayı üstüne hikâyesini geliştiren ‘Ölümcül Makineler’,İngiliz yazarPhilip Reeve tarafından yaratılan oldukça iddialı bir hayal dünyasının kapılarını açıyor bizlere. Yanı sıra tüm bu distopik dünyanın düzenini ilgiyle izlerken her hayalin bir gün gerçek olabileceği hakikatini de düşündürmeyi başarıyor. Peki, hayallerin gerçekleşme ihtimaliyle karşımıza gelen ‘Ölümcül Makineler’in yürüyen dünyasında neler var? İçeriğe hâkim olan ve mesaj özelliği bulunan detaylar neler? Filme kısaca göz atarak başlayalım incelememize…


DÜNYA DEĞİŞSE DE HIRSLAR AYNI!

Ataların, insanlığın neslini tükenme noktasına getirmesinin 60 dakikalık bir savaşla gerçekleştiğini anlatan dış sesle açılışını yapıp yeni dünya düzeninde zayıfların daha zayıf, güçlülerinse daha güçlü olduğunu vurgulayarak aslında dünya değişse bile yaşam kurallarının ve hırsların hep aynı kaldığını sergileyen ‘Ölümcül Makineler’, medeniyetin yok oluşundan sonra insanlığın mevcut şartlara adapte olarak yeni bir yaşam biçimi geliştirmeleriyle başlayan Batılı Büyük Yağmacılar Çağı’nın yürüyen şehirlerinin mücadelesini resmederek giriyor konuya.

Bu süreçte yağmacı saldırılarına karşı makine şehirler kurarak düşmanın geldiğini gördükleri anda hemen toparlanıp yürüyen araçlara dönüşen kent düzeninin hâkim olduğu uzak gelecekte zayıf insanları sömürmeyi iş edinen Londra şehri çıkıyor karşımıza. Daha çok güçlenmek için Britanya’nın güvenliğini bırakıp Avrupa’ya sömürüye gelen Londra şehrinin, küçük maden şehrini yutma tablosunu ilginç bir aksiyona dönüştüren film, büyük balığın küçük balığı yuttuğu gerçeğinde başarıyla yol almanın ardından anlatmaya başlıyor derdini.


21. yüzyıl dünyasına bolca övgüler yağdırarak geçmişteki dünyanın güzelliklerini ve zaaflarını dillendiren müze görevlisi Tom’un ağzından silahlanmanın dünyayı ne hale getireceği söylemini geliştiren yapım aynı zamanda olası kuantum silahının yaratacağı yıkıma da dikkat çekiyor. Ayrıca yapay zekâ olayı ve insanın beynindeki birikimleri robotik oluşumda yaşatma çalışmalarına dair bir ayrıntı da filmin üstünde durulması gereken özelliklerinden. Bu noktada yaşadığı acılardan kurtuluş formülü olarak ölümü gören ve kendini robotik oluşuma yükleyerek yeniden hayata dönüp ölümsüz olan avcı Shrike öne çıkmakta. Zira onun varlığı, mekanik aksamlarla ölümsüzleştirilerek yaratılmış olunsa da, insani duyguların ve anıların ölemeyeceğinin kısa ama öz ifadesi şeklinde.


Shrike ile robotik geleceği sorgulayan ve Anti-yürür aktivistlerin yürüyen kentlerin sömürücü düzenine karşı mücadele vererek ‘Her devirde özgürlük ve adalet için hayatlarını tehlikeye atanlar mutlaka çıkar’ gerçeğini ortaya koyan akışta insan ayrımcılığı da kısa detaylarla yerini alıyor bir çırpıda. Tom karakteri üstünden sınıf farklılığını işleyen senaryo, devamında da kendilerini birinci sınıf vatandaş olarak görenlerin silahları ele geçirerek yönetime hâkim olma hırsı üstünden yol alıyor.


Romandaki gelişmelerin kestirmeden verildiği ve böylece zaten kitapta da pek ayrıntıya girilmeyen detayların iyice kırpıldığı ‘Ölümcül Makineler’de bir diğer mesajcı yön, ‘Ataların yiyecekleri hiç bozulmaz’ denilerek yenen son kullanım tarihi üstünden hayli zaman geçmiş paketlenmiş yiyecek sahnesinde görülüyor. Bu söylemin alt metninde hazır gıdalarda bozulmayı önleyici katkı maddelerine dikkat çekerek ironi yapma hedefi güdüldüğü muhakkak.


Bunların ötesinde… Yürüyen kentlerin ulaşamayacağı tek yer olan Gökliman’ın isyancılar tarafından mesken tutularak ‘İstikbal göklerdedir’ felsefesiyle paralel bir mantığın önümüze konulduğu ‘Ölümcül Makineler’ dünyasından çıkan en önemli detaylara gelince… Baş tarihçi Valentine’ın yürüyen Londra şehrinin iyiliği için değil de kendi hırsını tatmin için çabaladığı yapımda Batı’nın aksine Doğu’da yerleşik düzen şehir yaşamının sürdürülüyor olması ve Anti-yürür aktivistlerin de barındığı bu şehrin dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koymak için normal silahlarla yıkılması imkânsız bir duvarla korunması!

Yanı sıra dünyanın 60 dakikada yok olmasına sebep olan kuantum silahının Amerika’nın başının altından çıktığına dair simgesel görüntüler. Tabii bir de dünyayı sömürmeye çıkan ülkenin, mobil şehirlerin varlığına karşı olanları ve Londra dışında yaşayanları barbar olarak gören,Britanya-Londra olması detayı var orta yerde... Ki, bu da günümüz dünyasıyla bağlantı kurmaya olanak veren önemli bir unsur!

Velhasıl bu iki detayla bize söylenmek isteyen şey, dünyanın kıyameti Amerika’nın silah merakı yüzünden yaşanacak. Kıyamet sonrası İngilizler sömürülerini sürdürüp yeni kıyametler yaratma hevesinden vazgeçmezken dünyanın kurtuluşu Doğu’nun yani Çin’in önderliğinde gerçekleşecek! Mevcut halde Çin’in ekonomik gelişimini düşünürsek… Neden olmasın?


SONUÇTA;
İnsan avcılarından, insan etini yemek için esir pazarları kuran yamyam topluluklarına… Sömürücülerle çarpışan isyancılardan, saklı cennetlerinde barışçıl güzellikler yaşayanlara… Ve insan zekâsına sahip robotik iz sürücülere… Tıpkı günümüz dünyasında olduğu gibi farklı toplumsal figürler sunan ‘Ölümcül Makineler’, Batı’nın distopik yaşam düzenine karşı Doğu’nun silahsızlığı ilke edinen ütopik toplum anlayışını karşı karşıya getiren; bunu yaparken de ‘İnsanlık istediği kadar felaket yaşasın, kıyamet atlatsın hırsları asla son bulmaz dedirten’ bir dünya düzeni sunuyor seyircisine. Bu tabloya bakıp geleceğe dair fikir yürütmek ve içeriği değerlendirmek izleyenin takdirinde.

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal