DÖRDÜNCÜ GÜN
 
“Karga bokunu yemeden,” diye bir tabir vardır, bilirsin. Sabahın en erkenden de erken saatini imgelemek için kullanılır. Takdir edersin ki familyamın pek de hoşlandığı bir tabir değildir bu ama ben severim. Belki asil bir kuzgun olduğum için sıradan bir karganın özgüvensizliğini yaşamayışımdan mütevellittir. Belki de ironiden hoşlanan espritüel yapımın getirdiği pozitifliktendir. İkisi de kuvvetli olasılıklar.

İşte bu sabah, karga bokunu yemeden bir kadın geldi oturdu bizimkilerin yeşil bankına. Başında bandana vardı ve çok zayıftı. Yaşını tahmin edemiyorum. Hem ışık yeterli değildi hem de çok hasta insanların yaşını tahmin etmek oldukça güç oluyor. Elindeki telefondan bir şarkı açtı. Jess Glynne’den Thursday adlı parçayı güneş doğana kadar, belki yirmi defa dinledi. Sonra da kalkıp yavaşça hastaneye girdi.

Güçlü kadın vokalleri severim, güçlü kadın şarkılarını da severim. Güçlü kadın şarkılarının sözlerini, güçlü kadınlardan duymayı daha da çok severim. Güçlenmek için böyle bir şarkıyla motive olmaya çabalayan bu kadının dayanma gücünü de çok sevdim. Ama sanırım en çok da hep güçlü kadınlara âşık olmayı seçecek kadar yüce olan gönlümü severim. Benim gönlüm, canım gönlüm!

Bu puslu perşembe sabahında, hasta kadının ahvaliyle ve defalarca dinlettiği şarkıyla, henüz adını bile bilemediğim güzel kadınıma dört günde niye bu kadar çok bağlandığımı anladım. Ah iki gözümün nuru, ben gevezelik yaparken gelmiş oturmuş bile. Bugün dakikler. Diğeri de göründü işte.

“Al bakalım.”
“Ne bu?”
“Dün geceden beri bana bir şey hatırlatacağını hissettiğim bütün kelimeleri yazdım.”
“Bana niye veriyorsunuz?”
“E sen de yazacaktın, bugün onları okuyacaktık ya!”
“Okuyacaktık? Beyefendi, siz beni biriyle karıştırıyorsunuz sanırım.”
“Nasıl ya?”

Nasıl ya… Unuttu mu her şeyi? Kısa süreli belleği kurtarmıştık hani? Fabrika ayarlarına mı dönecekler? Adamı ve adamın onun üzerindeki etkisini unuttuğu için sevinmem gerekir ama şu anda çok üzgünüm. Oyun yarım mı kalacak yani? Sanırım bu oyunun bendeki yeri aşkımın gücünden daha kuvvetliymiş. Bugün ne çok duyguyla yüzleşiyorum değil mi?

“Müsaade ederseniz biraz hava alıp içeri gireceğim.”
“Etmem, müsaade edemem. Çok yol kat ettik. Burada bırakamam, vazgeçemem.”
“Neyden vazgeçemezsiniz?”
“Bak, sen feci bir kaza geçirmişsin.”
“Aaa! Ne zaman?”
“Yaklaşık bir ay önce. Ve birkaç kırık çıkıkla atlatmışsın kazayı.”
“Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
“Yoo yoo… Hafızanı kaybetmişsin. Bana bunları sen anlattın. Ama kısa süreli bellekte de sıkıntılar vardı. Biz aşmıştık… Artık bir daha olmaz sanıyordum. Buna hiç hazırlıklı değildim.”
“Deli misin nesin?”
“Ben de bir kaza geçirmişim. Uzun zaman yoğun bakımda kalmışım. Uyandığım gün karşılaştık.”
“Git kardeşim, bak güvenliği çağırırım.”
“Gitmem! İstediğini çağır. Hemşireler de şahit!”

Ben de şahidim ama şu durumda benim şahitliğim, Antik Yunan’daki bir tragedya oyuncusunun şahitliğinden farksız sanırım!

“Günlerdir neler yaşıyoruz burada… Lütfen bırakma kendini. Beni de bırakma. Toparlayamam yoksa!”

Kadın, adamın gözlerine bakıyor. Adam büyük bir cesaretle kadının elini tutuyor. Kadın basıyor kahkahayı. Adamla ben şaşkın gözlerle kadına bakarken kadın kahkahalarının arasına sıkıştırdığı kelimelerden bir cümle kuruyor.

“Şaka yaptım…”
“Ciddi misin?”
“Değilim işte! Şaka yaptım. Ama bu kadar korkacağını düşünmemiştim. Ayrıca beni bu kadar sahipleneceğini de düşünmemiştim.”
“Beni, seni, senlerini, benlerimi… Hepsini sahipleniyorum. Ne yapacaktım yani? Hiç düşünmemişiz, hiç var etmemişiz gibi, hiçbir şey olmamış gibi yanından uzaklaşacak mıydım?”
“Özür dilerim. Biraz güleriz diye düşünmüştüm.”
“Ya unutursan? Ya bir dahaki sefer şaka değil de gerçek olursa?”
“Bunu aklından çıkar. Öyle bir şey olmaz. Bak!”

Kadın pijamasının kollarını sıyırıyor. Renkli mürekkeplerle yazılmış kelimeler, cümleler var kollarında. Buradan tam seçemiyorum ama konuştukları şeyler üzerine birtakım hatırlatma notları olabilir. Unuttuğunda bakıp hatırlayabileceği notlar.

“Sadece bunlar da değil. Senin odaya gönderdiğin, duvara astırdığın o kâğıttan sonra ben de her gün konuştuklarımızı yazıp asıyorum duvara. Hepsini değil ama böyle kolumdaki gibi, hatırlatacak notlar halinde yazıyorum. Unutmam!”
Birbirlerine öyle bir bakıyorlar ki… Öpüşecekler diye aklım çıkıyor. 
Editör: TE Bilisim