Kadınlar ve erkekler… İnsan yönünden bakıldığında eşit gibi görünse bile yaratılıştan yaşam statülerine… Dağlar kadar fark varmış gibi değerlendiriliyor hayatın gerçeğinde. En gelişmiş ülkelerde dahi karşımıza çıkan bu negatif ayrımcılık gerçeği erkek mantığının ve çıkarcılığının ürünü kuşkusuz. Dahası bu mantık tıpkı hukukçu-filozof yazar Bacon’ın ‘Kadın kocasının, delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hasta bakıcısıdır’ sözündeki gibi kadının varlığını cinsellikten ve hizmetçilikten ibaret sayma pervasızlığında.

İşin kötüsü bu öyle azgın bir pervasızlık ki, baskılama ve kıskançlık duygularının dışında rekabetçiliği bertaraf etme kaygısı da devreye girince, kadının giyim kuşamına, yaşam biçimine müdahale etmeyi; onu şekillendirmeyi hak sayan erkekler âlemi kadının çalışma hayatına da sınırlamalar getirmeyi, ilerlemelerinin önünü tıkamayı vazife ediniyor kendine. Böylece uzun yıllar boyu seçme hakları ellerinden alınan, okumaları engellenen, mirasçılıkları-özgürlükleri kısıtlanan kadınlar erkek şiddeti ve aşağılaması eşliğinde ömür tüketiyorlar ev sınırları dâhilinde. Rönesans ve Reformlar sayesinde bağnazlık gerileyip modern yaşama geçtikçe kadının toplumlardaki varlığı biraz daha güç kazansa ve özgürleşse dahi erkekler âleminin vahşi bencilliği değişmiyor neticede. En eğitimlisi ve çağdaş geçineni bile yeri geliyor erkek üstünlüğü taslamakta sakınca görmüyor ilk vesilede. Yanı sıra kadın kabullenmişliği-cehaleti ve hemcinslerinin yanında hissettikleri aşağılık kompleksi de oldukça büyük bir yer tutuyor bu döngüsel sorunun temelinde.

Kısacası; Ünlü müzisyen John Lennon misali ‘Her zaman olduğu gibi, her aptal adamın arkasında mükemmel bir kadın vardır’ diyeni çıksa da arada… Yazar Joseph Conrad’ın ‘Kadın olmak çok zor bir iştir çünkü erkeklerle uğraşmak zorundadırlar’ tespiti geçerli genel tablodaki gerçek kadın hikâyelerinde.
Peki, kadın-erkek çekişmesinin halen tüm hızıyla hüküm sürdüğü yaşam sorunsalında bir kadının erkeklere rağmen varlık gösterip engelleri aşarak istediği meslekte kalıcı başarıyı yakalaması ne derece mümkün olmakta? İşte dünyaca tanınmış ilk kadın şef olan Antonia Brico’nun hayatındaki mücadeleyi işleyen ‘Bir Kadın Zaferi/De Dirigent/The Conductor’ filmi tam da bu konuyu irdeleyen türden bir gerçekliğe dayanmakta! Bu gerçek kadın hikâyesindeki çaba nasıl gelişmiş, nereye varmış sonuçta diye bakacak olursak…


KADINLAR ZORU BAŞARSA BİLE NAFİLE

New York 1926… Toplumun elit kesiminin birbirlerine hava atmak için koşa koşa geldiği bir konser… Havalı seyirciler, havalı müzisyenler ve havalı bir orkestra şefi… Her şey zenginliğin ve kibrin şaşaalı dünyasının bir parçası olarak gözümüzün önünde. İşte böylesi bir ihtişamdan açılışını yapan ‘Bir Kadın Zaferi’, zenginliğin parıltısı içinde küçük bir detay olan yer gösterici kızın orkestra yönetme merakına odaklanıyor hemen. Erkekler tuvaletindeki şeflik çalışmasıyla onun bu mesleğe olan düşkünlüğünü vurguladıktan sonra da bu tutkuyu, yasak olmasına aldırmadan, sahnenin önüne sandalye atıp konseri izleme noktasına vardırıyor basitçe. Ardından zengin züppe genç Robin tarafından işinden kovulmasındaki küçümseyici-aşağılayıcı tabloyu kestirmeden verip giriyor konuya. Böylece ilk andan itibaren özgürlük havarisi kesilen ülkelerde bile kadınların ve parasızların yaşamlarında kesinlikle özgür olamadıkları gerçeğini izliyoruz ‘Bir Kadın Zaferi’nde!


Yönetmenliği ve senaristliği Maria Peters tarafından üstlenilerek komple kadın işine dönüşen filmin devamında, hırsını piyano kırmaya vardıran anneden de baskı ve soğukluk gören Antonia, parklardaki halka açık ücretsiz konserlerden kendini geliştirmek için fırsat yaratıp şansını kovalamaya başlar. Daktilocu kız seçiminde tırnakları uzun olup yavaş yazan ve hata yapanın, hızlı ve kusursuz yazanın önüne geçerek işi kaptığı yaşam isteminde hemcinsleri tarafından da çelmelenen Antonia’nın, hayatındaki dönüm noktası, anne-baba bildiklerinin gerçekte kendi ailesi olmadığını öğrendiği andır.


Gerçek annesi tarafından istenmemiş olmanın acısını duygularını serbest bırakarak çıkarmaya yönelen Antonia’nın aşkla müzik arasındaki seçimiyse, bin bir zorlukla kabul edildiği konservatuarda piyano hocasının tacizine karşılık vermediği için iftiraya uğramasının ardından gelişir. Anavatanı olan Hollanda’ya giderek müzik kariyerini geliştirmeyi, Amerika’daki zengin sevgili Robin’e tercih eden ve gerçek annesinden nasıl kopartıldığını öğrenen Antonia için bundan sonrası, erkek egemen dünyada varlık gösterip uluslararası ilk kadın şef olmayı başarma çabasından ibarettir.

Filmi kısaca özetledikten sonra içeriğin bize verdiklerine geçecek olursak…


Tam adıyla Antonia Louisa Brico’nun hayatını yansıtmak üzere yola çıkan ‘Bir Kadın Zaferi’ için söylenecek ilk söz, bu filmin, kadınların cinsiyetçi bir dünyada zoru başarsalar bile erkeklerle kıyaslandıklarında nafile bir çaba harcadıklarını gösterdiği yönünde olacaktır! Neden derseniz… Bu soruya cevap verebilmek için orkestra şefliğine merak saran bu kızın sonuçta ulaştığı yeri sorgulamak gerekir. Antonia, Amerika’ya dönmesini ve kendisiyle evlenmesini isteyen zengin sevgilisi dâhil, hemen her erkek tarafından çelmelendiği müzik kariyerinde hangi noktaya varabilmiştir?


Avrupa’nın kadın açısından daha ılımlı ortamında, birkaç ülkede münferit konserleri yöneterek adından söz ettiren Antonia’nın, asıl başarı sınavı sayılan Amerika cephesindeki mücadelesi en net cevap bizim için! Dolayısıyla onca uğraşın kalıcı başarıyla sonuçlandığını söylemek mümkün değil maalesef. Bir konser yönetmesi için biletlerin çoğunu satması şart koşulan Amerika’da ücretsiz verilen konserler, ne yeteneğine ne de onca emeğe karşılık olmaktan uzaktır zira. Kaldı ki Antonia’nın ‘kadın şef’ olarak kalıcı biçimde bir orkestranın başına atanmaması da bir yerde onun başarısındaki nafileliğin ve müzikteki erkek egemenliğinin zaferinin göstergesi!


Yanı sıra ‘Kadından şef olmaz. Çünkü duygusal yoğunluğun ağır bastığı kadın doğası yumuşaktır, erkeklerden oluşan orkestrayı yönetebilecek güçte ve kararlılıkta değildir. Dolayısıyla otoriteden uzak bir kadın şef orkestranın başına geçirilmemelidir’ mantığının hâkimiyetindeki müzik dünyasında kendini ispat etmek isteyen Antonia’ya maddi-manevi desteğin yine kadınlardan gelmesi de bu hikâyenin en önemli yaşamsal mesajlarından biri. Bu noktada Avrupa’daki eğitimini sürdürmesi için ‘Bir kadın’ tarafından yollanan maddi destek dikkat çekici. Keza Amerikan Başkanı Franklin Roosevelt’in eşi Eleanor’un desteği de önemli bir ayrıntı. Onun konsere katılacağını duyan zengin tayfanın, şefin kadın-erkek oluşuna aldırmadan koşturup salonu doldurması cinsiyetçiliğin ne denli kaypak bir mantığa sahip olduğunu vurgulamakta.

Buna karşılık Antonia’nın erkeklerin çaldığı bir orkestranın başına getirilmek yerine kadınlardan oluşan bir orkestra kurmasına destek çıkılması da ayrı bir çelişki durumunda. Kısacası Eleanor’un hemcinsine desteği de ‘Başarılı olabileceğini göster ama erkeklerin tahtını sallayacak kadar ileri gitme’ çerçevesinde kalmış halde!


Antonia Brico’nun 20’li yaşlarındaki mücadelesine ağırlık vermeyi tercih edip sonrasını derine inmeden geçiştiren ‘Bir Kadın Zaferi’nde bana göre en derinlikli detay, bir kadının müzik endüstrinde patron ve müzisyen olarak varlık gösterebilmek için yıllar boyu erkek kimliğinde yaşam sürdürmeye katlanması… Sahnede ilgi çekici olmak isteyen erkeklerin de kadın kimliğine bürünmesi! Zira duygusal yönden de etkileyici olan bu iki zıt örnek, toplumsal mantığın cinslere yaklaşımındaki yanlışlığın ve anlamsız katılığın kanıtı olarak günümüzdeki bakış açılarıyla da örtüşmekte.


Duygusal hassasiyet gerektiren müzik âleminde, kadını cinsel obje olarak gören kaba erkeklerin hükümranlık sürerek mesleklerindeki incelikle taban tabana zıt bir tablo oluşturdukları gerçeğinde, ‘Bir Kadın Zaferi’ni irdelemeyi sürdürdüğümüzde… Kadınların da en az erkekler kadar dışlayıcı olabileceklerini görüyoruz. Zengin kesimdeki kadınlar, kendilerinden aşağı gördüklerinin yükselip parlamasını istemedikleri için erkek egemenliğini kırmaya çalışan kadınlarını yoluna çıkarken, fakir kesimdeki kadınlar da gerek çaresizlikten gerekse kızlarını ekmek kapısı olarak gördüklerinden kendilerine dayatılan düzeni sürdürüp hemcinslerinin ilerlemesinin ve özgürleşmesinin önünü kesmekte. Filmde Robin’in kibirli annesi zengin, Antonia’nın anne bildiği kadın da fakir kesime çok net örnek durumunda.


Kadınların erkek boyunduruğunda, onların izin verdikleri kadarıyla idare ederek yaşamaya rıza göstermelerinin temelinin çocukluk yıllarından itibaren atıldığı gerçeğini bir kez daha hatırlatan filmde bir başka mesaj, Amerika’nın herkes için fırsatlar ülkesi olmadığı! Yani kendi haline ve dürüst yaşam sürenler hangi ülke olursa olsun ezilir… Fırsatlar da zenginlerin ve zorbaların olur. Anlayacağınız fırsat konusunda fakirlik, kadınlıkla eşdeğer gibi.

‘Suffragette/Diren’ kadın eşitsizliğine politik cepheden bakmayı seçerken sadece müzik-sanat dünyasındaki ayrımcılığa odaklanan ve bundan dolayı kimi zaman derdini tam anlatacak yeterlilik ortaya koyamama olumsuzluğuna düşen ‘Bir Kadın Zaferi’nde en iç acıtan yön ise dünyaca ünlü sanat dergisi ‘Gramophone’ tarafından yayınlanan bilgiler… Buna göre dünyanın en iyi yirmi orkestrasının hiçbirinde ‘kadın şef’ yok. Ayrıca dünyanın en iyi elli orkestra şefi arasında da tek bir kadın bulunmamakta. 1987 yılında hayatını kaybeden Antonia Brico’nun onca mücadeleyle zoru başarmasının ödülüne gelince… ‘Kolorado'lu Emektar Kadınlar Şeref Listesi’ne girmek ve sanat emekçisi kadınların yer aldığı ‘The Dinner Party’ adlı sanat oluşumunun önemli isimleri arasında yer almak! Kişisel doyumun ötesinde, müzikteki kadın varlığı adına ne hazin bir tablo değil mi?


SONUÇTA;
Bu dünyada siyasetinden sanatına, iş hayatından aile ortamına… Kadınlar zoru başarsa bile nafile. Çünkü oldukça bol bulunan gerici ve cinsiyetçi zihniyet bu nafileliğin baş mimarı! Ne yazık ki, geçim derdinin ağır bastığı yerlerde bu toplum mimarlarının yobaz faaliyetleri de hayli özgür biçimde sürmekte. Kadını, ‘kek-çay’ hizmetiyle özdeşleştirmenin ötesine geçmeyi sakıncalı bulan erkek baskıcılığındaki yaşamın içinde kendine yer edinmek isteyen kadın kimliği örselenmekte.

Hal böyleyken geçmişten günümüze kadınların erkeklerle eşit şartlara sahip olmadıkları gerçeğini müzik penceresinden bakarak sergileyen ‘Bir Kadın Zaferi’ için ‘Hâlihazırda kanayan bir yaranın özet geçilmiş hali’ diyebiliriz. Finalde verilen sayısal bilgiler de bu halin her devirde değişmeden varlık göstereceğinin kanıtı.
Gerçek bir kadın hikâyesi görmek ve klasik müzik ruhunu yaşamak isteyenlere ‘Bir Kadın Zaferi’ni tavsiye ederken Nelson Mandela’nın sözüyle koyalım noktayı…

‘Kadınlar bütün baskı ve zulüm zincirlerinden kurtulmadıkça özgürlükten bahsedilemez’!

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal