Halk arenasını izliyorum, Metin Akpınar  ve Emre Kongar konuklar ve müthiş bir program izliyorum dolu dolu…  bilgi,  mizah, gülümseten düşündüren yorumlar…
 
Öyle ki, program süresi uzatıldı , İsmail Dükel gün sonu programından on dakika hediye etti üstelik… Anekdotlar, anılar siyaset sanat hepsi konuşuluyor çok akıcı bir program..
Bir ara Metin Akpınar “Sanatçıya sahip çıkacaksınız, size ödev veriyorum” dediğinde… Eski zamanlara gittim yine…
Çocukluk yıllarıma…
O yıllarda opera bale henüz yok edilmemişti.
Biz varoş çocuklarına opera bale pek bi entel dantel gelirdi sevmezdik gitmezdik… Büyüdükçe anladık ama iş işten geçmişti…
Türkiye’de nereyi kazısan hemen her yerde binlerce yıllık anfi tiyatrolar ortaya çıkıyor.
Ankara’da Bentderesi’nde genel evler kaldırılmış, toprağın altından yeni  bir anfi tiyatro fışkırmıştı… En son geçen ay buna tanık oldum.  O zaman da düşündüm; binlerce yıldır bu topraklarda  yaşayan sanat,  nasıl oldu da son on yılda yok edildi?
 
Çocukluğumda benim kuşağımın oyunları, körebe, saklambaç, ip, top vb. oyunlar arasında bir de Hacivat karagöz vardı… O fakir ama çok mutlu yıllarımızda; komşu çocukları Ayoş (Ayhan) ile Ahmet ağabey büyükçe bir naylon parçasını  perde yapıyorlardı.  Karşı bahçedeki kömürlüğü tiyatro sahnesi yapmışlardı.  Naylon perde gerilir, arkasında bir mum yakılır,  kendi yaptıkları bez bebekleri,  Hacivat ve Karagöz’ü konuştururlardı…
Mahallenin bütün çocukları, kiminin pantolonu yamalıklı, kiminin çorabı… yan yana dizilir, mutlu mutlu  izlerdik. Konular;  çocuk seyircilerin günlük yaşamlarıydı…  Cüce Mehmet’in  kendi çıkardığı gazı nasıl yaktığı,  Emine’nin  yağmur yağdıktan sonra topladığı çivileri hurdacıya götürüp, aldığı parayla çikolata aldığı, Elif’in çikolatayı nasıl höpür höpür götürdüğü,  Zemine’nin kan kardeşim ayağına yatıp, bayramda toplanan şekerleri nasıl bölüştüğü,  hırsızın çirkin Gülsüm’e nasıl aşık olduğu, Apo’nun ekmek arasına margarin -ki  o zaman sadece sanayağı denirdi- sürüp, üzerine toz şeker yerine yanlışlıkla tuzu döküp yediği… of  daha neler neler…  Bu bizim arenamızdı. Her şeyimiz perdeye dökülürdü böyle… 
Biz çocuklar, Ahmet ağabey ile Ayoşun    o perdede konuşan kuklaları  ne anlatırsa ona gülüyor hevesle tiyatromuzun kurulacağı günleri iple çekiyorduk.
Hepimiz okuyorduk, hepimiz özgürce oyunlar oynayabiliyorduk, hepimiz sanatla iç içe büyüyorduk. Mahallemizdeki Altındağ Devlet Tiyatrosu’na da gidiyorduk, Açık havada Sefa Sineması’nda hep birlikte film izliyorduk…
Filmlere ağlasak da, geleceğimizden korkup  ağlamıyorduk,   biz  o küçücük dünyalarımızda öyle mutluyduk ki! Şimdi bunları yazarken bile gülümsüyorum. Çocukluğuma bin selam çakıyorum buradan. Ne güzelmiş bizim arenamız  ve ne yazık bizim çocuklarımız bunları yaşayamadı… Utanmamız lazım.
 
Seray DEREN
Hür Kalem