İnsanların salt kendi adına ve kendi çıkarına yaşama eğilimleri giderek artıyor. Toplumsal yalnızlıktan sızlanan, buna karşın bireysel yalnızlığı yeğleyen ve bu yaşam biçimine bilinçsizce yönelen insanlar topluluğu olup çıktık. Kendi çıkarımıza yöneldikçe öbür insanlarla azalan bağlarımız sonucu en yakın çevremizdeki insanlara bile güvenmez olduk. “İnsanlara güvenilmez” tümcesi bir atasözü gibi gündelik söz yığınımız içinde. Birey, paylaşımını yok edip kendi çıkarına davrandıkça, gerçek anlamda birey olma çabasında başarılı oluyor. Oysa sürekli yinelemek zorunda olduğu bu davranışlar sonucu, giderek kendisi gibi olamama açmazına düşüyor ve bu yadsıma onun kişiliğinin yok oluşunu hızlandırıyor.

Kimsenin birbirine güvenmediği bir dünyada yaşamak zorlaşıyor. Paylaşım azaldıkça birbirimize güvenimiz yok oluyor. Bu güvensizlik, sonunda özgüvenimizi de yok edip bizi bunaltan bir yalnızlığa sürüklüyor. Yalnızlığımızın ayırımına birdenbire vardığımızı sanırız, oysa ölüm dışında hiç bir şey insanın başına ansızın gelmez. O bile çoğu kez haber verir geleceğini. Yalnızlığa giden yolda hızla ilerlediğimizi bildiren bir sürü işaret vardır bizi uyarmaya çalışan ama biz bu uyarıları görmezden gelir, en azından yavaşlamayı ve bir yerde durmayı düşünmeyiz nedense.

Geçmişi arayanlar -eskiden böyle değildi- diye sızlanırlar çoğunlukla. İnsanların birbiriyle ilişkisini, paylaşma anlamında kullandığı günleri özlerler. Bu güne gelişte kendilerinin de sorumluluğu olduğunu düşünmezler. Gençlerin dilindeyse az kullanılan sözcükler arasındadır paylaşmak.

Paylaşmayı, sahip olduğumuz bir değerin, kendi adımıza azalması gibi düşünmek olası. Oysa paylaştıkça sevinçler artıp, acılar azalabilir. Paylaşmanın bireyler arası ilişkiye katabileceği artı değerse hiç değişmez. Önemli olan; neyi, kiminle, nerede ve nasıl paylaşabileceğimize karar vermek! Kuşkusuz kendi adına ve çıkarına davranmayı, yaşam biçimi gibi görmekten vazgeçmek ilk başta güç gelecektir çoğumuza.

Bölüşecek bunca çok şeyin olduğu yaşamda, her tür paylaşıma sırt çevirmeyi; “Ben kendime yeterim. Kimseyle hiçbir paylaşıma gereksinim duymayacak denli güçlüyüm!” gibi sapkın bir düşünce biçimi geliştiren bireyler ve onların davranışlarını yineleyenler arttıkça, paylaşma isteğinde bulunanlar, kendilerini de yadsır hale gelmekte. Oysa yadsınacak olan, paylaşımı geri çevirme isteğidir. Unutmamalıyız ki, paylaşma, karşısındakinden bir şey istemek değil, ona bir şey vermeyi istemektir. Bazen doğal bir güzelliği birlikte izlemektir paylaşmak... Yeri geldiğinde korkuları, kuşkuları, yeri geldiğinde yetkileri ve yükümlülükleri sırtlayabilmektir birlikte... Sevinci bile bir başına taşımak, ağır bir yükü taşımak denli yorucu olabilir. Oysa sevinçleri paylaşabilmek de başkalarının acılarını paylaşmak kadar kolay olabilmeli. Unuttuğumuz toplumsal değerleri yeniden anımsamak ve paylaşmayı öğrenmek çok yorucu olsa da olanaksız değildir. Bence, paylaşmak, bireyin kendi adına ve çıkarına yaşadığı yalnızlar sürüsünden gerçek bir toplum olmaya giden yolun başıdır.

Birleşmenin izdüşümüdür paylaşmak, geri dönüşümünde yaşamımıza yepyeni değerler katarak…


Tunca TÜNAY

[email protected]