Şu sıralar kişisel ve toplumsal olarak “Doğru olmak” kavramında bir kargaşa yaşamaktayız. Ahlak (Etik) kurallarına aykırı olmayan ve toplumca onaylanmış değer yargılarına uygun davranmaktır “doğru olmak”. 

Ahlak kurallarının sınırlarının ve toplumsal değerlerin sürekli değiştiği bir ülkede yaşamaktan bıkkın ve umarsız olduk çoğumuz.

Değişimin, gelişmenin bir etmeni olduğunu yadsımamakla birlikte bunca değer değişiminin gelişmeye öncü olduğu düşüncesine pek katılamıyorum doğrusu. İnsanların kişisel çıkarları öylesine önde olmaya başladı ki, herkese, her kesime göre ayrı bir doğru kavramı oluştu. Ana-babanın doğrusu,  çocuğun-işçinin doğrusu,  işverenin-varsılın doğrusu, yoksulun-seçenin doğrusu seçileninkine benzemez oldu.

Kişisel çıkarlarımız adına karşımızda ne varsa ezip geçmek, toplumsal çıkarlar için kapı komşumuz bir ülkede çıkacak savaştan bile umar beklemek doğal oldu. Gençlerimiz için yalnızca varsıllığa ulaşmak değerlerin en önemlisi. Varsılın varlığını sürdürebilmesi için, yoksulun daha da yoksul olması,  siyasetçinin koltuğunu yitirmeme uğruna olmadık ödünleri vermesi de yadsınamaz oldu.  “Doğru insan olmak” kavramı giderek genel anlamından sıyrılıp, kişiye özel olmaya başladı.

Sonuçta; toplum olarak bir açmaza girdik.  İçinde bulunduğumuz bu açmazdan çıkabilmek için, öncelikle, kişisel doğruların toplumsal doğrularla özdeşleşmesi için çaba göstermek ve “Doğrudan - Doğruya” bir yol açabilme bilincine yeniden ulaşabilmek, umarsız bir toplum olmaktan kurtulmaya giden yolun başlangıcı olabilir inancındayım.

 

Tunca TÜNAY

[email protected]