19 Mayıs sizin bayramınız, genç arkadaşım! Oysa daha dün, benim bayramımdı. Gencecik ve umutlu bir öğrenci olduğum o günlere geri döndüğümde, aklıma ilk gelen, orta öğrenimimi sürdürdüğüm küçük bir taşra okulundaki öğretmenlerim… Onlar bize kendi çocukları gibi davranır ve değer verirlerdi. Onlar bizi önemsedikçe, biz de kendimizi önemser ve gelecekte, ülkemiz adına her zorluğu aşacak güçte bulurduk.
Küçüklüğümde, gerçek bir şölen olan bayram törenlerine, günler öncesinden, büyük bir istekle hazırlanmaya başlardık. Bayramlar, ülkemizde yaşayan bütün insanların bayramıydı. Birleştiğimiz günlerdi.
Bu gün geçmişe yansız olarak baktığımda gözlediklerim, kendi adımıza asla savunamayacağım onca yanlışla dolu ki! Üstümüze düşen görevleri yapmadığımız gibi, utanmadan bunun sorumluluğunu da hep başkalarının üstüne attık.
Biz yetişkinlerin çoğu, gençleri beğenmeyip, yetersiz buluruz. Sorumluluk bilincinizin gelişmediğini, giderek bozulduğunuzu düşünürüz. " Kendine yararı olmayan bu bozuk gençliğin, ülkesine ne yararı olur ki!" diyerek sizi küçümseriz bile. Oysa büyük düşünür Montesquieu “Bir ulusun gençleri bozulmaz, o ancak yetişkinleri bozulduğu zaman bozulur.” diyor. Doğrusunu isterseniz, ben de bu düşünceye içtenlikle katılıyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse, sizi yeterince önemsemeyişimizin temelinde, kendi özgüvenimizin yokluğu yatıyor. Bu günü hak edemeyişimizin acısını sizden çıkarmak isteyişimiz belki de bu yüzdendir.
Ülkemizde yaşanan olumsuzlukların, hemen hemen tümünde, -bilerek ya da bilmeyerek- hepimizin payı var. Ülkeye sahip çıkma adına, öylesine değişik yollara saptık ki, her yol çıkmaz sokak oldu. Hepimizin sağı-solu başka yana baktığından, bizim gibi düşünmeyeni düşmanımız saydık. İnançlarımız, dilimiz, dinimiz, kültürümüz ne zaman bizi ayrı yanlara savurdu? Hangi arada çocuklarını kendi çocuğumuz gibi koruyup kolladığımız kapı komşularımızı -hiç utanmadan- el saydık? Etik(ahlak) değerlerimizi, açıkça ve çabucacık değiştirip, nasıl da yok ediverdik? Varlıklı olmayı, “var olmak” sanıp saygıyı bu yolla kazanmak için, her yolu doğru sanmaya nasıl da çabuk alıştık? Yakasında adı görünüyor diye, bir emekçinin üç-beş ayda kazanamayacağı paralara aldığımız giysileri giyince, değerimizin arttığına inanmaktan nasıl hiç yüksünmedik? Bu soruların yanıtıını bunca yıldır bulamadım gitti! yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız yetmezmiş gibi, “borç yiyen kesesinden yer!” deyip, her tükettiğimizle, sizi borçlandırdık. Bu bizim ve ülkemizin yaşam biçimi oldu giderek. Yönetemedik, yönetilemedik ve bu günlere geldik. Kısacası biz geleceğimize sahip çıkamadık genç arkadaşım.
Uzun sözün kısası, geçmişten bu güne aktardıklarımızla size güzel bir gelecek sağlayamadığımız gibi hayatınızı çok zorlaştırdık. Sizin karamsarlığınız ve geleceğe güvensizliğiniz bence hiç de şaşırtıcı değil. Çoğunuz başka ülkelere kaçıp yaşamınızı güvence altına almak istiyorsunuz. Açıkçası, böyle düşündüğünüz için çok da haksız değilsiniz. Ancak başka yaşamlarda ne denli rahat ederseniz edin, bir süre sonra, kendi gün ışığınızda uyanmayı isteyeceksiniz.
Söylemesi çok zor ama siz pes ederseniz, biz temelli beceriksiz olacağız. Utanarak söylüyorum, emanetinizi kurtarmak adına yapacağınız ilk iş bizim yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı saptamak olmalı. Yalnızca, bozduklarımızı onarmanız bile uzun bir süreç alacak ama siz bunu yapabilecek güçtesiniz.
Sizin ve çocuklarınızın geleceğini kurtarabilmek için, çağdaş ve bilime dayalı düşünebilmeniz gerektiğini unutmayın. Gelişmiş ve barışçı bir ülkede yaşayabilmek için, her çeşit ayırımcılığa son vermenin bir yolunu bulmanız gerektiği de apaçık ortada! Kadınıyla, erkeğiyle, üreten ve ürettiğini eşit olarak paylaşabilen bir toplum olabilirsek çocuklarınızın bayramı gerçek bir şölen olacaktır, genç arkadaşım.


Tunca TÜNAY