8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Televizyonlarda,  bu güne özel reklamlar, yazılı basında sayfa boyu ilanlarla günümüz hatırlatılıyor.  Bir dostumun,   telefonuma attığı, “Kadın olmakla ne kadar övünsen azdır.” mesajını okuduğumda, içimden bir ses, “kadınların,   fiziksel ve ruhsal baskı, dayak, tecavüz,  işkence ve benzeri sindirilme yöntemleriyle iç içe yaşadığı bir toplumda, kadın olmaktan nasıl mutlu olunur ki?” diyor.   Ayrıcalıklı olmak, acaba bu tür baskılar altında yaşayan kadınlar arasında olmamak mı ki?
 
Kadın olmanın,  insan olmak kavramının içinden nasıl ve neden ayrılmaya başladığını anlamak çok da zor değil. Kadınların, eş ve anne olmak dürtüsü, daha küçüklüğünde, kendi isteğiyle yaptırdığı bir dövme gibi, ömür boyu kimliğine kazınıp kalıyor.  Kız çocuklarının hemen hepsinin evcilik oynamaktan daha gerçek bir oyunları olmayışının belki de tek nedeni, kimliğine kazıdığı bu dövmedir.  Şaşırtıcı olan, bu dövmeleri kazıyan, yani onları eğiten annelerin,  erkek ve kız çocuğuna farklı eğitim vermesi ve dolayısıyla, ayırımcılığı onların başlatmasıdır.        

Kadın-erkek ayırımını sonlandırmanın ilk yolu, annelerin, oğlan ya da kız çocuğu değil de, insan eğitme bilincine ulaşmasına,  kısacası biz kadınlara kalıyor. 
 
Biz, eş ve anne olmayı,  yaşamımızın neredeyse tek amacı olarak değerlendirirken, bu iki özelliğin üstümüze yükleyeceği beklenti ve sorumluluğun ne denli ağır bir yük olduğunu pek de düşünmeyiz.  Aslında, yeterince algılayamadığımız, yaşama ilişkin kuralların, erkekler tarafından ve erkeklerin işine gelen biçimde konulduğudur.  İnsan kavramının giderek, kadın ve erkek kavramına dönüşmesi, eş olmanın eşleşmek değil, erkeğe eş olmak olarak değerlendirilmesi,  bu kurallarla belirlenmekte değil mi?
 
Erkeğe eş olmak!   Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hemen tümünde,  meslek sahibi bile olsa, kadının kimliği, erkeğinin eşi olarak şekilleniyor.  Kadının sosyal değerini de,  kendi değerinden çok, kimin eşi olduğu belirliyor.  Eş olma kimliğini, hiç gocunmadan- gerçek kimliği yerine taşıyan çoğu kadın, giderek kendi benliğinden sıyrılıyor.  Eğitimli ve meslek sahibi çoğu kadının da, bu eş kimliğini, kimlik belgesi gibi kullanması, ne kadar şaşırtıcı değil mi?
 
Eş ve anne olmak, kadına,  eşi, çocuğu ve de yaşadığı topluma karşı bir sorumluluk ve buna bağlantılı olarak da caymasına izin verilmeyecek görevler yüklüyor. Bence insan olmaktan kadın olmaya geçişin, daha doğrusu inişin temeli, erkeğe eş olmakla atılıyor.
 
Özellikle az gelişmiş toplumlarda, kadının, daha çocukken eş ve anne olmaya özendirilmesi basit bir rastlantı değil…  Eş olmanın ilk koşulunun kocaya, yani erkeğe uymak olduğu da…  Kadınlığımızın, toplumca onaylanmasının bir başka koşulu da,  sınırsız verici olabilmektir.   Ancak tüm kadınlar biliriz ki, bunun bedeli oldukça pahalıdır.
 
Kimliğimizin, kadınlığımızca onaylanması, insan olarak onaylanmamızın önünde durduğunca, bir başka deyişle, insan kimliğimiz öne geçmedikçe,  anneler günü, kadınlar günü vs. gibi günlerde,  bir demet çiçek, bir giysi ya da pahalı bir taş hediye almakla onurlandırılmayı hak edeceğiz.
 
Ne diyeyim ki… Darısı erkekler gününün başına mı?
 
Tunca TÜNAY