Uçağa binmeyi severim. Bulutların üstüne çıktım mı her yanımı bir özgürlük duygusu kaplar. Başım bir dikilir, bir kendimi beğenmişlik gelir ki üstüme ki sormayın gitsin! Uçarken, koca dağlar ufalır da avucumun içine sığar sanki. İstesem uçsuz bucaksız durgun suları bir adımda geçip ayın üstüne gülünç resimler çizebilirim. Sağımdan solumdan kayan yıldızları bir mum gibi üfleyip söndürebilirim. Bulutların üstüne bağdaş kurup ayaklarımı boşluğa sallayabilirim. Güneşle koşmaca oynasam onu geçerim de… Bir akan suya yetişemem...

Uçarken, aşağıda, üstüme basıp beni boğan dev yapılar bir soluğumla oyun kâğıtları gibi üst üste devriliverir. Yüzlerce aracın dolaştığı yollar görünmez, kargaşanın sesi duyulmaz olur. Ağaçların son bahar sarısı yapraklarını, çiçeklerin renklerinin her bir tonunu tuvale dökebilirim. Üç-beş fırça darbesiyle, Nazım Usta’nın sevgili dostundan istediği mutluluğun resmini çiziveririm. İstesem, durgun denizden oyuncak gemiler toplarım gökkuşağına gidebilmek için de… Bir akan suya yetişemem...

Uçarken, gün nasıl da çabucak döner alacakaranlığa. Gün sarısından gece moruna çabucak geçildiğinde, renkler özünü yitirip yeşilin rengi toprağa, toprağın rengi buluta, bulutun rengi soluk durgun suya vurur. Giderek, her renk parlaklığını yitirip, sessizce soluk alacaya döner ve her yer giderek kararır da… Bir akan suyun şavkı kalır boşlukta... 

Aslında yaşam da akan bir suya benziyor değil mi? Hızına uyamadığımızda ne olduğunu anlamadan onun ardında kalıp, gün ışığı alamadığı için solan durgun bir suya, ya da beti - bereketi kaçmış kıraç bir toprağa dönüveririz. Yaşamın ardında kaldıkça suskunluğumuz artar.-Neyi beklediğimizden bile bilmeden- bir köşede kıvrılıp kalırız. Yaşamımızı yönlendirmek adına eylemsel hiç bir şey yapacak gücümüz kalmaz. Beklemenin bezginliğini yaşamak, giderek içimizi daraltmaktan başka bir işe de yaramaz. Uzun sözün kısası, akan suya yetişemezsek yaşamımızı nasıl yönetiriz ki?

İyi de, nasıl yetişeceğiz akan suya? O, doğru saptadığı amacına ulaşabilme adına, sürekli devinim içinde. Zor koşullar, ara sıra hızını azaltsa da inancını yitirmeden akmayı sürdürüp, iç uzlaşmazlıklarından arındırıyor kendini. Çabaladıkça sevincinden gözleri parlıyor: Mutluluğun türküsü oluyor sesi. Yoksa...

Yoksa umuda gidişin şavkı mıydı boşlukta gördüğüm? İşte düşüncelerim tam bu noktaya geldiğinde akan suyu yakalamanın gizini birdenbire çözüveriyorum.

Yaşam umuda yönlendiğinde, güneşe akan su oluyor …
Tunca TÜNAY