Hayatı seks ve iş arasında koşturmaktan ibaret sayan popüler kültür insanları, sürekli bir şeyleri berbat etmekle meşguldür. Ne duygular önemlidir onlar için ne de amaçlarına alet ettikleri. Belki tohumları kötüdür belki de yaşamın getirdikleri onları bu hale getirmiştir. Sebep her ne olursa olsun, odaklandıkları benliklerinin gün güne daha da anlamsızlaştığını görürler. Doyumsuz bir iştahla yaşanan cinsellik de an gelir dindiremez ruhlarındaki boşluğu… Yaşanan tüm aşırılıklar, kişinin kendisiyle hesaplaşmasında ‘Utanç’ halini alır.

Yatak odasıyla banyo arasında mekik dokuyan Brandon’ın, çıplaklığını hiç sakınmadan sergileyen bir başlangıç yapan UTANÇ, böylece konunun çok doğal bir dille işleneceğinin de işaretini veriyor. Eve gelir gelmez ilk işi seks sitelerine girmek olan Brandon, aynı tutkusunu işyerinde de sürdürmekten kaçınmıyor. Tabii, hard diskini virüslerle doldurup deşifre olana kadar! Hayat kadınlarının biri gidip diğeri gelir… Arada ziyan olmasın diye Brandon kendi kendini tatmin eder… Arta kalan zamanlarda da internetten işi götürür… ‘Bu adamda utanacak yüz yok’ diye düşünmeye başlanıldığı anda devreye duygusal, hassas ve çocuksu karakteriyle Brandon’ın başına bela olmaya hazırlanan şarkıcı kız kardeş Sissy girer. İntihar meraklısı Sissy’nin ‘Sevme ve sevilme’ tutkusuyla doyumsuz ve amaçsız Brandon’ın ‘porno’ hastalığı iç içe geçer. Hani öyle ki, bazı sahnelerde Brandon’ın Sissy’yi de taciz edeceği hissi bile uyanır. Bir türlü gerçek sevgili edinemeyen iki kardeşin hayatla hesaplaşmaları öykünün her karesinde sürerken, öfkenin cinsellikle örtüşmesi de en yalın şekliyle seyirciye yansır…

Ünlü aktör Steve McQueen’in ikinci yönetmenlik çalışması olan UTANÇ, yine insan ruhundaki karmaşayı ele alan bir öyküye sahip! İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’ın duyarsızlığıyla trajediye dönüşen IRA mahkûmları Bobby Sands ve arkadaşlarının yaşadıklarını ele aldığı ‘Açlık’ filminde Sands’in bedeni üstünden izleyiciye özgürlük mücadelesini yansıtan McQueen, UTANÇ filminde de aynı yolu tercih ediyor. Ancak bu kez yürütülen savaş politik bir amaç için değil; aileden kaynaklanan kimlik arayışı uğruna. Bunun dışında ‘beden’ odaklı savaştaki taktik de farklı! Sands, hayata başkaldırışını bedenini yıkanma, yemek gibi doğal ihtiyaçlardan mahrum bırakarak yaşarken Brandon, değişik insanlarla işkenceye dönüşecek oranda seks yapıp kendine karşı savaşını sürdürmekte… Sevişmenin ve cinsel hazzın savaşa dönüştüğü bu ruhsal kirlilikten arınmak için de sürekli duş almayı ihmal etmemekte. Yani McQueen’in yarattığı iki film, aynı özden yoğrulmuş zıtlıkların birbirini tamamlayan yansımaları!

Hareketlerin, bakışların kelimeye dönüştüğü filmde, replikler de olabildiğince kısa. Suskunluğun duygusal derinliğini beden hareketleriyle dillendiren UTANÇ, bu misyonunu öylesine analitik bir yorumla yerine getiriyor ki, çıplaklığın ve seksin alabildiğine sergilendiği sahneler bile bir psikanalize dönüşüyor. Tabuları yıkan; söylenemeyen duyguları, sevginin ve ihtiyaç gidermenin ötesine geçen hırslı bir cinsellikle deşifre eden filmde oyunculuk da tavan yapmış durumda. Michael Fassbender, tek düze fakat bir o kadar da gergin yaşam atmosferinin baş mimarı olarak üstüne düşeni layıkıyla yerine getiriyor. Vücudunu teşhir etmekte sakınca görmeyen aktör, çaresizlikle hayvani güdüleri de aynı doğallıkta hiç zorlanmadan bir arada canlandırmayı başarıyor. Şapka tutkusuyla karakterini belirginleştiren Sissy rolündeki Carey Mulligan da hem fiziği hem de oyunculuğuyla öykünün tamamlayıcı unsuru.

Kişilerin sevip bağlanmaktan korktuğu; boşanmanın evlilikler için kaçınılmaz son halini aldığı ve özgürlüğün, duygusuzca yaşanan sekse endekslenmeye başlandığı popüler toplum düzenine başkaldıran bir duruş sergileyen UTANÇ, bunu eleştirdiği her konuyu ayrıntılarıyla resmederek yapıyor. Aynı zamanda internetteki porno sitelerinin yozlaştırıcılığına da dikkat çeken yapım, insan ilişkilerinde gelinen çıkmazı ve sanallığı başarıyla resmetmekte! Güdülerin dürtüsüyle yaşanan UTANÇ, insan denilen yaratığın hayvani basitliğini görmek isteyen yetişkinler için McQueen’in yarattığı ikinci fırsat olarak beyazperdede…

Anibal GÜLEROĞLU