Vasatlık… Çoğu konuyu oldubittiye getirip vaziyeti kurtarmayı alışkanlık edinen günümüz dünyasının yükselen değerlerinden. Zira düşünmeyi geliştiren yaratıcılığı önemsemeyip basitlikleri dayatan algılarla zihinlerini dolduran vasat kitlelerin varlığı gittikçe çoğalmakta. Dolayısıyla kolaycılığa kaçmanın daha çok prim sağladığı, düşünerek yaratıcılık ortaya koyanların pek itibar görmediği durumlarda sıradanlık-vasatlık ‘mükemmel’ olarak sunulabiliyor rahatlıkla.

Nitekim öğretmenin, iki kez öğrenmek olduğunu belirten yazar Joseph Joubert ‘Vasatlık, vasat insanların gözünde mükemmeldir’ sözüyle bu gerçeği yüzyıllar öncesinden işaret etmiş. Gerçekten de mükemmellikle sıradanlığın aynı kefeye konulması ancak vasat zihniyetlerin varlığında mümkün. Yaşamda yükselen değer haline gelen bu durum yenilikler bulmakta zorlanıp mevcutlardan yeni bir şeyler üretmeye yeltenen kurgulara da hâkim olmaya başladı maalesef.

Nasıl ki, hayal dünyasının sınırları zorlayan yaratıcılık yerine, kahramanlık evreninin vasatlıklarını tekrarlayarak işi bitirme yolunu seçen… Dahası bu sıradanlığı güçlü hikâyelerle zenginleştirme çabasına da gerek duymayan yapıtların popüler kültür tarafından baş tacı edildiğine dair sürüyle örnek var. Nihayet beyazperdede yerini alıp iyi-kötü savaşında vasatlık sergileyen ve kayda değer örneklerle dolu süper kahraman evreninde sığ bir hikâyeyle varlık gösterdiği yönünde eleştirilere muhatap olan ‘Morbius’ da bunlardan biri!
Peki, ‘Venom’un başarısından kaynaklı motivasyonla çıkagelen ve Dr. Morbius karakterini anlatmayı hedeflerken kendisini uzunca bir süre bekleten yapımın tüm olayı bundan mı ibaret? Bakalım.

 

‘MORBIUS’ DERİNLİKSİZ HİKÂYE KURBANI MI?

Gösterim tarihi Temmuz 2020 olarak belirlenen ancak salgından dolayı sürekli ötelenerek nihayetinde 1 Nisan 2022’de seyirciyle buluşturulan ‘Morbius’u yorumlarken bu gecikmenin yapıma bir ölçüde zarar verdiğini belirterek başlamak isterim söze.

Zira bu gecikme durumu zorunluluktan kaynaklansa dahi, pek çok yapımın etkilendiği corona sürecinde vizyon ertelemesinde rekor kırmaya niyetlenen ‘Morbius’ tazeliğini yitirirken filme yönelik heyecan dozu da ister istemez düştü. İlaveten beklenti yönünün kof çıkması da beyazperde yolculuğunun sürekli gecikmesinin yarattığı ilgi kaybına eklenince, olumsuz yorumlarla paralel gelişen düşük puanlamanın gelmesi kaçınılmaz oldu.

Hal böyleyken Sony’nin ‘Spider-Man Evreni’nde geçen ve Daniel Espinosa’nın yönetmen koltuğunda yer aldığı ‘Morbius’ filmini inceleyecek olursak…


Dr. Michael Morbius yani bilinen adıyla ‘Yaşayan Vampir Morbius/Morbius, the Living Vampire’, ilk olarak 1971 yılında Roy Thomas’ın yazdığı, Gil Kane’in resimlediği ‘İnanılmaz Örümcek-Adam’ çizgi romanında karşımıza çıkan bir Marvel Comics karakteri. Yıllar sonra solo karakter olarak ele alınma şansını yakalayan ‘Morbius’un olayı da özetle, iyilik-kötülük kavramlarının yarattığı ikilemi yansıtmak üstüne. Lakin bunu benzer mantığa dayalı işlerde olduğu gibi karakterin derinliğine çok inmeden, yüzeysel biçimde yapıyor. Esasen hikâyenin vasatlığı da bu kestirme gidişten kaynaklanıyor desek yeridir! Durumu daha netleştirmek için ‘Morbius’un içeriğini özetleyelim… 

Egzotik atmosferiyle dikkat çeken Kosta Rika’nın ormanlarındaki yarasa dolu mağarada yaşanan ürkütücü bir sahneyle açılışını yapan ‘Morbius’, ardından 20 yıl geriye giderek kahramanımızın çocukluk döneminden kesitler sunuyor bize. Onun ve en iyi arkadaşı olan Milo’nun yani Lucian’ın tedavisi bulunmayan bir kan hastalığıyla yaşamak durumunda oldukları dramıyla karşılaşıyoruz böylece. Nadir görülen bir hastalığın pençesinde yaşamak zorunda olmaları bu iki çocuğu diğerlerinden farklı kılarken aynı zamanda farklıya-güçsüze karşı gelişen çocuk acımasızlığı da çıkıyor karşımıza bu süreçte. Dr. Haris Nichols’ın ilgilendiği Michael ve Lucian’ın sergilediği bu çocuksu duygusallık ister istemez filmin devamı için beklentiye sokuyor bizleri.

Özellikle de zekâsı çok keskin bir çocuk olan Michael’ın, burslu eğitim almak için arkadaşından ayrılırken ona verdiği ‘Tedaviyi bulma’ sözü, senaryonun aksiyon kadar duygusallığa ve karakter derinliğine önem veren bir yol izleyeceği izlenimini yaratıyor. Ancak yıllar sonra koltuk değnekleriyle ödülünü almaya gelen ve halen hastalığına tedavi bulamayıp Milo’ya verdiği sözü tutamamış olan Dr. Morbius’un hikâyesi geliştikçe içeriğe ve karaktere yönelik çok beklentiye girmenin hata olduğunu anlıyoruz.


Şöyle ki; Arkadaşının kesin tedaviyi bulması için umutla beklerken ona maddi destek sağlamayı ihmal etmeyen Milo’yla birlikte sağlıklı bedenlere sahip olma arzusu ‘Hastalığım dünyada pek çok insanda var. Çare bulmak için sınırları zorlayıp tüm riskleri almalıyız’ noktasına getiriyor Dr. Morbius’u. Bu fikri gerçekleştirmek için de bürokratik engelleri aşmaya müsait rahat çalışma alanı olarak bir gemiyi tercih ediyor. Sonra kendisi gibi bilim insanı olan kız arkadaşı Martine Bancroft ile Kosta Rika’daki yarasaların tedavi mucizesini keşfeden Dr. Morbius iki ay ortadan kayboluyor. Terk edilmiş görünümündeki bir geminin içinde bulunmasının ardından da filmin rengi değişiyor. Bir yandan ‘iyilikle kötülük arasında bocalayan’ karanlık kahramanlık aksiyonu devreye girerken bir yandan da vasatlık evresi başlıyor.

İki ay kayıp durumunda olup sonra terk edilmiş bir gemide bulunan Dr. Morbius kendine ne yaptığının bilincinde değilken bildiği tek şey, ölmek üzereyken bir anda hiç olmadığı kadar canlı ve güçlü bir ‘yarasa insan’a dönüştüğü. Neler yapabileceğinin sınırlarını bilmeyen ve kan içme tutkusuyla davranan Dr. Morbius’un bu bocalama sürecinde hikâyeye katkısı ne oluyor peki? İnsanlara yardım etmeye çalışırken tedavinin lanetiyle yüzleşip kötücül kahramana dönüşen Doktor, insanüstü güçlere sahip olmanın bedelinin nasıl acılarla ödendiğine tanık ediyor bizleri en basitinden.


Öte yandan Manhattan’daki dairesinde hüsran dolu bir zenginlik yaşayan ve Yunanistan’daki hastanede edindiği arkadaşı Michael’a derinden bağlı olan Milo’nun çaresizlik kökenli güç tutkusu ‘Morbius’un hikâye vasatlığını bir nebze olsun kırmakta.

Zira ‘İçindeki avlanma ve kan isteğini baskılayıp sınırlar koymak mümkün mü? Şehrin yarısı seni öldürmek isterken diğer yarısı seni kontrol etmek istiyorsa kendini dizginlemek, güçlerini istediğin şekilde kullanmak için ne yapabilirsin? Dünyayı iyileştirmeye mi yoksa yok etmeye mi geldin’ sorularının yarattığı kafa karışıklığı ve baskıcılıkla benliğinde ‘iyi-kötü ikilemi’ yaşayan Dr. Morbius’a oranla Milo daha kararlı ve duygu yoğunluklu net bir karakter durumunda. Dahası kötülüğün kimi zaman haklı olabileceği söylemi de motive edici türden!


‘Morbius’
un hikâye vasatlığını kırıp izlemeyi kolaylaştıran içerik detayları sadece Milo’nun varlığıyla sınırlı değil kuşkusuz.

Tam da bu noktada içeriğin ‘Ne olduğumuzu unutup ne olmamız gerektiğini keşfetmemiz gerektiği’ yönündeki telkini çıkıyor karşımıza… Ki, bu telkin de tıpkı Milo’nun yaklaşımı gibi, insanın içindeki canavarı beslemesinden yana işliyor. Nitekim bu doğrultuda her zaman ölümü ensesinde yaşayıp örselenen, farklılıklara tahammülsüz olanların zulmüne uğrayanların ‘Neden bu hissi başkaları da bilmesin? Biraz da onlar hissetmesin’ mantığındaki gerçeklik payı giriyor devreye. Dolayısıyla ‘İyilik-Kötülük’ ikileminde adil olabilmek için olaylara ezilenler açısından bakmak gerektiği fikri öne çıkıyor rahatlıkla. ‘Morbius’taki çatışmacılık da bu bakış açısını destekler mahiyette zaten.

İlaveten… Süper güçleri yansıtmada ve aksiyon yaratmada teknik açıdan başarılı olmakla birlikte Michael Morbius karakterindeki derinliği ve geçmişi yeterince yansıtamayan… Karakteri, ‘Kahramanlıkla kötülük arasında o çizgi kopacak’ mantığına dayandırarak ilerlemeyi seçen senaryonun, ‘Sen can kurtaracaksın, almayacaksın’ telkiniyle dizginlenmeye çalışılan Dr. Morbius’u şirinleştirmek için araya espriler kattığını da belirtmekte fayda var. Ancak ‘dalgasını geçme’ havasıyla yaratılan bu esprilerin çok soğuk ve yapay kaçtığı da muhakkak. Mesela… ‘Ben Venom’ diyerek kurbanını şaşırtan(!) kana susamış Vampir Doktor tablosundan kayda değer bir mizah detayı çıkartmak ne derece mümkün? Keza dinçliğini merak edenlere verilen sportif yanıt çok mu gerekli? Zoraki bir tebessümü dahi yaratamayan bu eklemelerin popüler kültüre göz kırpmaktan ibaret olduğu muhakkak.



SONUÇTA; Derinliksiz ve vasat hikâyeye kurban gittiği çok net olan ‘Morbius’, çocukluktan itibaren çaresiz bir hastalığı iyileştirme hedefiyle hareket eden hasta bir insanın iyilikle kan emicilik vahşeti arasındaki git gellerinden ve bu süreçteki teknik destekli aksiyonunun renkliliğinden ibaret bir yapım olarak çıkıyor karşımıza.

Bunu yaparken de hepimizin içinde canavarlar olduğu mesajına ağırlık veren senaryo, avlanıp kan tüketmekle ölüm arasında tercih yapma durumunda kalan Dr. Morbius aracılığıyla, içimizdeki canavarları kontrol etmenin bizim elimizde olduğu gerçeğine parmak basıyor bolca.
Peki ya kontrol edemiyorsak içimizdeki canavarları?
 
Anibal GÜLEROĞLU