Cinayet… Özünde can almayı ifade eden mecazi anlamda öldürme derecesinde ağır durumları tanımlamak için kullanılan bir kelime. Yani hangi yönden yaklaşırsanız yaklaşın bu kelimenin ifade ettiği eylemler, suç olmanın ötesinde insanlıkla bağdaşmamakta kesinlikle.
Gel gör ki insanlık tarihi her şekilde işlenen cinayetlerle dolu. Dahası geçmişten bugüne, bugünden geleceğe uzanan ‘cinayet’ olgusu insanların izleme merakını tetikleyen en önemli unsurlardan biri durumunda. Dolayısıyla kurguların vazgeçilmez malzemesi oluyor şiddet ve cinayetlerden doğan gizemler. Sinemanın ünlü isimlerinden Tarantino da ‘Şiddet, izlenmesi en eğlenceli şeylerden biridir’ sözüyle bu gerçeği çok net saptamakta.
Nitekim ünlü yazar Agatha Christie’nin cinayetler ve suçluyu bulmak üzerine kurguladığı polisiye romanlarının, bunlardan uyarlanan filmlerin yoğun ilgi görmesinde bu merakın payı büyük.


Hal böyleyken Hercule Poirot karakterinin çözüme ulaştırdığı polisiye olayları farklı mekân ve ülkelerin atmosferine yayarken olaya dahil olan her karakteri inceden inceye detaylandırarak çözüme giden yolu zenginleştiren… ‘Suçlu kim’ noktasında yarattığı şaşırtmacalarla bu zenginliği katmerleyen usta kalem Christie’nin kurgularını ölümsüzleştiren baş ayrıntı, şiddetin en büyüğü olan ‘cinayet’ suçu diyebiliriz rahatlıkla.

Nasıl ki, beyazperdede nihayet yerini alırken bir cinayetin anatomisini gizem ve gerilim çıtasını düşürmeden ele alarak seyirciye tatmin yaşatmayı hedefleyen ‘‘Nil’de Ölüm/Death on the Nile’’ de bu mantığın örneklerinden.

 
‘‘NİL’DE ÖLÜM’’ DOYURUCU BİR YAPIM

‘Doğu Ekspresinde Cinayet’in ardından gelen ve onun final sahnesinden dolayı bir bakıma devamı niteliğini taşıyan ‘‘Nil’de Ölüm’’, Agatha Christie’nin Mısır’a yaptığı seyahatten dönüşünde 1937 yılında yazdığı bir eser.

Her karaktere az çok bir hikâye yaratan… Kurguyu renklendirmek adına aşk üçgenini ihmal etmeyerek suça giden yolun taşlarını döşeyen… Cinayetin işleniş biçimi ve gerekçeleriyle soru işaretleri doğururken ünlü dedektifi Hercule Poirot’nun irdeleyici kimliğini devreye sokan Christie cinayet planlamadaki mükemmeliyetini bu eserinde de gösteriyor bize.

Öte yandan Mısır’ı egzotik arka plan olarak kullanmanın ötesine geçmeyen ve Doğu insanını doğrudan yansıtmamakla birlikte oryantalist bakış açısına sahip olmasından dolayı Batılı zihinlerde Doğu’ya dair yanlış kanılar uyandırmaya müsait yapıdaki kurguda, kimi detayların atlanması ve bazı soruların cevapsız kalması gibi, eksikler bulunduğu da muhakkak.


Bu gerçekler ışığında romanın uyarlamasına gelecek olursak…

İlk kez 1978’de sinemaya uyarlanan yapım Kenneth Branagh yönetmenliğinde bir kez daha beyazperdede boy gösterirken ‘Doğu Ekspresinde Cinayet’teki başarısından sonra Misır’daki ölümün sırrını çözmek için işe koyulan Hercule Poirot karakteri de fazlasıyla ön plana çıkıyor.

Yeni nesil ‘‘Nil’de Ölüm’’ünbıyıklarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Hercule Poirot karakterini günümüze uyarlarken onu bir parça kendince şekillendirdiği muhakkak. Zira daha romantik ve oradan oraya koşturan bir enerjiklikle seyirciye sunan film, doğru-yanlış kavramlarının dışına çıkmayan bu karakteri erdem yönüyle de sivriltmekle kalmayıp onun başından geçen olayların derinliğine de inip aşk hayatını bolca kurcalatıyor. Bu yenilikçilik film adına güzel bir enerji olarak görülebilir ama… Gelenin gidenin Poirot’nun aşk hayatını didikleme sürecinin uzun tutulması bir süre sonra bıktırıcı da olabiliyor sonuçta.


Bu noktada Poirot’yu kendi haline bırakıp içeriği kısaca özetlersek…

‘Aşk’a odaklanarak cinayetin çözüm yolunda ilerleyen film, gizem ve sırlarla yüklü yolcuların yer aldığı bir gemide geçiyor malumunuz. Nil üstünde seyahat etmek isteyenlere hizmet veren S. S. Karnak isimli gemide Hercule Poirot’nun yanı sıra düğün ve balayı yapan Linnet-Simon çifti, Simon’un eski nişanlısı Jacqueline, Linnet’in eski dostu-yeni düşmanı Jackie ve davet edilmiş tüm tanıdıklar bulunmakta. Yan karakterlerin derinliğine inilirken bu kez ana karakterlerde boşluk bırakan uyarlamada gerilim kol gezerken Poirot’nun içgüdüleri bir kez daha haklı çıkıyor ve başlangıçta keyif dolu gezi gibi görünen tablo bir sabah Linnet’in cesedinin bulunmasıyla şüphelisi bol cinayet mahalline dönüşüveriyor. Baştan beri suç havası koklayan Poirot’ya düşen görev de gemi limana yanaşmadan katili bulmak için kolları sıvamak oluyor. Gemideki tüm yolcuların Linnet’ten nefret etme sebebinin bulunduğu gerçeğinde, gelsin akıl oyunu misali sorgulamalar ve hedef şaşırtmalı katil arayışı…


SONUÇTA; ‘‘Nil’de Ölüm’’
ünyeni versiyonu, romandan 1978 yapımı filmine ve dahi TV dizisine… İçeriğin ve finalin bilinmesine karşın bir cinayetin anatomisini layıkıyla hissettiren bir yapım. Dahası gerek filmde ünlü isimlerin yer alması gerekse seyir keyfini artıran yönetmenliği, gerilimle aşktan beslenen akış enerjisi ve müzikleriyle ilk versiyona kıyasla çıtayı yükseltmiş halde.

Diyeceğim o ki, eksiklerine rağmen sinemasal açıdan doyurucu ve ilgiyle izlenir nitelikte. İyi seyirler…

Anibal GÜLEROĞLU