Biliyor musunuz dostlar… Aslında gülünesi bir halimiz var!
 
Neden mi?:)))))
 
Gezi Parkı eylemleri esnasında ve sonrasında eleştirilerimi saklı tutma ihtiyacı hissediyordum. Nitekim bir noktaya kadar da saklı tutmayı başardım… Ama nafile! Bir noktadan sonra eleştirileri sıralamak ve gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor.
 
Diyeceksiniz ki “Neden eleştirilerini saklı tuttun?”
 
Sanırım Gezi Parkı eylemlerinin büyüleyici ve göz kamaştırıcı halinden olsa gerek… En nihayetinde cumhuriyet tarihinde eşine benzerine pek de rastlanmamış olan bir isyan hareketiydi Gezi Parkı direniş eylemleri. Böyle bir mücadeleye şapka çıkartmaktan öteye söylenebilecek şey çok azdır.
 
Kabul etmek gerekiyor ki Gezi Parkı eylemleri siyasal iktidarın dengesini net bir şekilde bozdu. Siyasal iktidarın yanlış tercihler yapmasına, abukluklara bezeli politikalarında ısrar etmesi ve o politikaların altında kalmasına neden olmuştur. İyi de olmuştur. Tek ayak üzerinde kırk yalan üreten bir siyasal iktidara ve başbakana sahip olduğumuz gerçeğini de Gezi Parkı direniş eylemleri bu toplumun zihnine sokmuştur.
 
“Gülünesi bir halimiz var” diyorum yaJ))))
Evet…
Halimiz harap!
 
Gezi Parkı eylemleri sonrasında, Antalya’da katıldığım formlarda, bire bir tanık olduğum kimi sohbetlerde gözlemlediğim bir gerçek var ki Siyasal İktidarın en büyük kazanımı muhalefetin net bir şekilde dağınık halidir. Ne dersek diyelim, bu muhalefet yapısıyla siyasal iktidarı koltuktan alı koymak hemen hemen mümkün görünmüyor.
 
“Muhalefet Dağınıklığı” dememden kastımın ne olduğu belli aslında… Kendisini muhalif görenlerin ayrı telden çaldığı, neyi hedeflediği belli olmayan, tek ortak paydanın AKP ve Erdoğan karşıtlığı olduğu, daha da ötesinde yerine nasıl bir düzeni inşa edecekleri meçhul bir muhalefet… Tabi buna da “Muhalefetin Dağınıklığı” demek tuhaf kaçmıyor.
 
“Mevcut iktidarın yerine nasıl bir iktidar?” sorusuna yanıt vermek kolay olsa da Türkiye’de kendisini muhalif saflarda hisseden epey geniş bir kesimin, kimi ülke gerçeklerine sırt dönerek, sadece kendi zihin dünyasındaki tahayyüllerini hayata geçirme çabası içerisinde olması, mevcut iktidarın koltuğunun da güvencesi haline geliyor.
 
Düşünün ki bu gün ülkede kendisini muhalif saflarda konumlandırmış “Ulusalcı/Kemalist” çevrelerle, muhalefetin en dinamik kesimi olarak kabul etmiş olduğum “Kürt Siyasal Hareketi” nasıl yan yana duracak? Bu hususta “Ulusalcı/Kemalist” muhalif çevrelerin “Kürt Siyasal Hareketine” olabildiğince mesafeli durmasına karşın, aynı şeyi Kürt Siyasal Hareketinde de görmek mümkün. Peki Kürt Siyasal Hareketiyle ortak paydalarda buluşmayan, Sosyalistlere burun kıvıran bir muhalefetin mevcut siyasal iktidarı yerinden edeceğine inanmak mümkün mü? Peki bu çevrelerin mevcut siyasal iktidarı yerinden ettiğini düşünsek bile, bu durum da Kürtler için değişecek olan şey nedir? Daha özgür bir ülke mi? Daha eşitlikçi, daha demokratik bir ülke mi? Ulusalcı/Kemalist çevrelerin iktidarından daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha demokratik bir Türkiye’nin ortaya çıkacağına inanmak mümkün mü?
Kürt Siyasal Hareketinin, meydanlarda gördüğümüz Ulusalcı/Milliyetçi/Kemalist çevrelerin siyasal tahayyülleriyle aynı yerde duracaklarını düşünmek saflıktan başka bir şey değildir.
 
O halde çağrımız kime olmalıdır?
Tabi ki “Ulusalcı/Kemalist” çevrelere olmalıdır.
 
“Ulusalcı/Kemalist” = “Beyaz Türk” diye tabir ettiğimiz çevrelerin bu ülkede tek başlarına iktidar olabilecek oy potansiyeline sahip olmadıklarını biliyoruz ama bu çevreler cürümlerinden fazla gürültü koparttıkları için olsa gerek, tek başlarına iktidar olacakları falan hayaline kapılıyorlar.
 
Bu çevrelerin siyasal tahayyüllerinin günümüz dünyasının ve ülkenin gerçekleriyle örtüşmediğini defalarca buraya not etmiştik. Tabi suç bu çevrelerde değil. Bu çevreler zamanında SHP tabanını oluşturuyordu ve kısmende olsa Sosyal Demokrat ilkelere bağlı kalmaya özen gösteriyorlardı ama SHP sonrasında ve Deniz Baykal marifetiyle öyle bir milliyetçilik girdabının içerisine itilerek dönüştüler ki bu gün “Ha MHP, ha CHP” demek durumunda kalıyoruz. Böyle bir durumda CHP’nin, MHP ile seçim ittifakı yapmasından daha doğal bir şey olmaz ama en nihayetinde “Bu ittifaka Sosyalistlerden, Liberallerden destek gelir mi?” diye sorarsanız, sosyalistler ve liberaller bu ittifaka sadece nanik yaparlar, Kürtler ise yüzünü dahi dönüp bakmazlar.
 
İstediğimiz nedir?
Gayet yalın, gayet net, gayet anlaşılabilir…
Kendisini muhalif çizgide konumlandırmış çevrelerin, en azından Sosyal Demokrasinin genel ilkelerini içselleştirmiş olması gerekiyor. Ve bu ilkelere kayıtsız şartsız bağlı kalmayı taahhüd etmesi gerekiyor ki işte o zaman hem sosyalistler, hem Kürt Siyasal hareketi ve hem de Anti Kapitalist Müslümanlar ve toplumun diğer ötekileşmiş, dışlanmış kesimleri bu muhalefet zemininde buluşsunlar…  Bu muhalefet zemininin de siyasal tahayyülü kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
 
“Farklılıkların bir arada olduğu, özgür ve demokratik bir Türkiye” söylemi muhalefetin gerçek hedefi olmalıdır. Aksi halde bir arpa boyu yol almak mümkün değildir. Yani anlayacağınız siyasal değerler anlayışımızın başucu amentüsü, “Farklılıkların özgürlüğü” üzerine inşa edilmelidir ki bu da Sosyal Demokrasi fikriyatının temelidir.
 
Peki Neden ille de Sosyal Demokrasi diyoruz?
 
Kendisini “Ulusalcı/Kemalist” olarak tanımlayan muhalif çevreler, aynı zamanda CHP’nin de bilinen tabanını oluşturuyorlar. CHP ise ağzını açtığında, “Biz Sosyal Demokrat bir partiyiz” diyor. Aynı zamanda CHP Sosyalist Enternasyonele üye bir parti. E bizde kendilerini ve tabanını, Sosyal Demokrasinin ilkelerini hedeflemelerine davet ediyoruz. Doğru düzgün bir şekilde sosyal demokrat olmalarını kendilerine öneriyoruz. İşte o zaman ne Kürtlerle bir sorunları kalacak, nede toplumun diğer kesimleriyle bir sorun yaşayacaklar. Muhalefet zemini sosyal demokrasinin ortak paydalarında hem daha geniş bir tabana yayılacak, hem de iktidara alternatif bir konuma gelecek.
 
Yok ama bu çevreler, halen tekçi bir yapı üzerine gelecek tahayyülü oluşturmaya devam ederlerse, hem ülkeye yazık ederler, hem de kendilerine!!!!


Nihat YILDIZ