Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız ve kendinizi sol-sosyalist-demokrat siyaset saflarında tarif ediyorsanız, itilip kakılmayı da göze almanız gerekiyor. Çarşamba günkü 1 Mayıs kutlamaları ve yaşanan olaylar buna yalın bir örnektir.
 E tabi birileri de çıkıp diyecek ki, “Polise taş attılar, güvenlik güçleriyle çatıştılar” falan. Sol’un içerisinde bulunduğu her toplumsal olay sonrasında, devlete yaltaklanma hususunda ellerine su dökülmeyecek çevreler, 1 Mayıs kutlamalarına da inatla katılan sol gruplar hakkında atıp tutacaklardı. Aynen öyle de oluyor.
  
 Ben aslında her daim simgeleşen hususlara karşı alerji duyan bir kimseyim. Tıpkı Taksim Meydanı’nın ille de 1 Mayıs kutlamalarının simgesine dönüşmesi gibi… 77’de ölenlerin anısına dair söylemler, her yerde bir şekilde dile getirilip, anmalar yapılabilir. Ama dün yaşananlar takdir edersiniz ki devletin de sol cepheye karşı bakış açısının ne olduğunu fazlasıyla önümüze koyuyordu. Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarını iptal etmek için, sanki ilgili mercilerin başında bulunanlar pusuya yatmış fırsat kolluyorlar. Bu durumun kasttan başka ne anlamı olabilir?
  
 Sol her dönemde bu gibi kararlarla bir şekilde itilip kakıldı. Yani bir anlamda, sol siyaset saflarında olanların gözünü açtırmayacaklarını ilan edercesine devlet, kutlamaları iptal etmeye dair en küçük bir gerekçeyi dahi atlamıyor.
  
 Son iki yılda Taksim Meydanında görkemli kutlamalar yapıldığından, sanırım siyasal iktidar bir tarafta Taksim’e izin vermiş olmanın ızdırabını içinde taşıyordu, diğer yandan da, ilk fırsatta bunların kutlamalarına Taksim’de nasıl çomak sokarız diye hesaplara girişmiş olmalılar. Yoksa hangi akıl ve izanla böyle bir yasaklamaya gidilir ki? Tümüyle bir kast, katı bir kin olmadıktan sonra Taksim’i yasaklamanın nasıl bir açıklaması olabilir?
  
 Yıllarca bu ülkede Taksim türlü vesilelerle sol cephenin protesto gösterilerine kapatılmıştı. İleriye de türlü türlü gerekçeler sunulmuştu. Bu gerekçeler kazanılan maçlar sonrasında tuza-buza dönüşüyordu ve takım taraftarları soluğu Taksim’de alıyordu. Sağolsun devletimiz bu kutlamalara “gık” demezken, ne zaman ki sol cepheden bir miting olacak, devletin şevkati de kendisini hemen görünür kılıyordu. Bu ikiyüzlülük harbiden insanın canını sıkıyor. Az buçuk bu işleri gözleyen gözler, gündemi takip eden zihinler biliyor ki devlet bu gibi hususlara ne zaman müdahil olmuş, orada ortalık savaş alanına dönmüş. Ne zaman ki insanlar demokratik haklarını dile getirecek şekilde mitingler, yürüyüşler yapmış, devlet bunlara karışmamış ve devlet bu miting ve yürüyüşlerin demokratik bir hak olduğu idrakiyle hareket etmiş kimsenin burnu kanamamış.
  
“Efendim Taksim’de altyapı inşaatı var, mitinge izin veremeyiz” diyerek böyle bir mazeretin ardına gizlenmek, neresinden bakarsanız bakın, abukluğun dik alasıdır. Oraya gelecek olanlar her türlü güvenlik tedbirini alabilecek olgunluğa zaten sahiptir. Ama zihinsel arka planda sola karşı bir kin söz konusu ya… İlle de izin vermeyecekler ve sonrasında olabilecek muhtemel çatışmalara zemin hazırlayıp sol cepheyi kamuoyu nezdinde abuk gerekçelerle suçlamaya yeltenecekler… Valinin ağzından mevzu net bir şekilde ortalığa dökülüp saçıldı.
“Dilan marjinaldir”
Aslında güzel bir slogan… Valinin ağzından çıkan bu suçlayıcı lafın altında kalmamak gerekiyor. Bundan sonra mitinglerin başucu sloganı  “Hepimiz Dilan’ız, hepimiz marjinaliz” olmalıdır.
Nihat YILDIZ