Bildiğimiz Salı sallanırdı, bu defa sallandı karardı, sarardı soldu her bi halt oldu salıya…

Gece de değildi üstelik. Elektriklerimiz kesildi, kim bilir kaç hasta mağdur oldu? Öyle çok alışmışız ki elimi attığım her şey elimde kaldı. Çaydanlık elektrikli, kahve makinesi elektrikli. Gün boyu habersiz kaldık. Camiden gelen ezan sesi de yok. Ortalık öyle sessizdi ki, bi ara çıktım caddeye, çoğu esnaf jeneratörünü devreye almış,  müthiş bir gürültü var caddede…. Yaşadığımı anladım. Evdeki o ölüm sessizliği hiç de güzel değilmiş meğer.   Yürüdüm biraz  restoranlar kapılarına yazı yazmış:”Elektrik kesintisinden dolayı bugün kapalıyız” üzüldüm. Gitti günün ekmek parası.   Yedek bataryam geldi aklıma taktım biraz telefonla bağlandım  internete…  Aman Allahım ortalığı kan götürüyor! 
Tüm ülkede elektrik kesik, enerji bakanı değil, milli eğitim bakanı açıklama yapıyor, kimse ne olduğunu anlamıyor. Türkiye Cumhuriyetinin savcısı  rehin alınıyor, hastaneye ulaştığında  zaten ölmüş olduğu anlaşılıyor, doktor öyle söylüyor, ama ameliyata alınıyor. Teröristler ölü ele geçiriliyor.   Sabaha kadar haber takip ediyorum, yorum yapıyorum dinliyorum… Yazıyorum…  Allah rahmet eylesin. Keşke kansız bitseydi bu iş.  Başarılı bir operasyon diye sundular. Rehinin öldürüldüğü bir operasyon başarılı olabilir mi?
Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Düşündüm durdum. Çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor ki? Bırak tası tarağı topla git bu ülkeden dedim içten içe. Sat evi barkı… En yakın ülke Yunanistan. Kabul eder mi ki bizi?  Batıyı düşünüyorum, Ortadoğu tarafındaki ülkeleri hiç ama hiç düşünemiyorum. Yunanistan öyle böyle daha yakın  baba ocağımıza… acele bir şey olsa atlar gelir insan. Daha uzaklara gidemem… Yalan yok düşündüm bunları. Kaç yıl daha ömrümüz kaldı ki? Mücadele ede ede öyle yorulduk ki. Neyi nasıl düzelteceğiz?
Seçim oluyor; elektrikler kesiliyor, oylar çalınıyor, oy hırsızları mahkemelerce tespit ediliyor, seçim güvenli değil. Sınavlar şaibeli.  Dolar aldı başını gidiyor. Halk bölünüyor. Hangi ucundan tutup toparlayacaksın ki. Yalan haberler, ölen gençler, sağlanamayan adalet… Ölmüşler üzerinden yapılan siyaset,  parsel parsel ağlakçılar…  of daha neler neler. Hepsi herkesin bildiği şeyler… Yeni  bir güne:”Acaba bugün bizi neler bekliyor? “ düşüncesiyle uyanmak ne zor yük!
Hep bir belirsizlik var. Kaos var.  Televizyon kanallarına bakıyorum vur patlasın çal oynasın, ya da yemek programları…   İzlemiyorum.  Haberdar olmak için açtığım kanalları eve gelen arkadaşım görünce;”Sizin eve gelince ülkede savaş var sanıyorum” diyor. Kendi evinde bu kanalları hiç izlemiyormuş. Ülkenin çoğu böyle. Olandan bitenden bi haber yaşıyor. Evet  ülkede bi savaş var, psikolojik bir savaşın tam da içindeyiz. 
Daralınca yürüyüşe çıkarım, yine öyle yaptım…  olaylar beni her şeyden şüphe duyar hale getirmiş… Öyle içime işlemiş ki, bunda havalimanında yıllarca çalışmamın da payı var tabi. Orada sürekli bize eğitim verilir;  güvenlik açısından her şeyden şüphe duymamız istenirdi. Yani bizim radarlar hep açıktı, üzerimize kimliğimize de yapıştı bu durum. Yürüyorum, normal yürüyüş yolu üstünde bir çöp kutusu ve hemen yakınında bir sürü ilaç, kadın takıları, kadın çorabı, bir de kimlik fotokopisi. Baktım üzerine İran-Tahran yazılı gerisi Arapça anlamıyorum. Kapalı çarşaflı bir kadının fotoğrafı var üstünde. Yürüdüğüm yer sağı deniz, uçurum. Burada ev yok, otel yok… Bu eşyaları görünce “Kadın intihar mı etti?” diye düşündüm, aklıma kırk senaryo geldi. Belki de İran’lı bir casustu denize attılar? Hava kararmış. Eşyalar belli ki yeni atılmış. Hangi kadın iç çamaşırını, takılarını böyle döküp saçar ortalığa? Hele de İranlı olunca? Daha da bi şüphe duydum ve 155’i aradım. Açıldığı gibi kapandı. Biraz ileride bir polis görmüştüm onun yanına gittim durumu anlattım, “Ben trafik polisiyim,  155 değil 112’yi aramanız gerekiyor” dedi.  “Siz yardımcı olun, belki önemlidir bu”  falan filan dedim o aradı,  ekip gelecek bekliyoruz. Sohbet ettik o arada… Polis hayaller kuruyor az kalmış emeklisine, yorulmuş, memleketine gidecek, küçük bir büfe işletecekmiş… Ben de emekli maaşı ile hayat çok zor falan filan derken, bugünkü olayları konuşuyoruz. İstanbul Emniyeti’ne yapılan saldırı ve o sırada ekip geldi, onların arabasına bindim tekrar Falezler’e  gittik. Polis aracından inince korktum da ha, etraftan tanıdık biri görse,  Seray  sivil polis   falan derler miydi acaba?  İç sesimi susturdum, etrafa saçılan eşyaları göstermeye başladım… Ama ne yazık ki, orada benim gördüklerimi onlar göremediler. İran’lı bir kadın iç çamaşırı, külotlu çorabını, takılarını böyle ulu orta atmazdı. Polisin bana kızar bi tonla:”Bunlar çöp sadece çöp!” demesiyle; “Kusura bakmayın sizi rahatsız ettim” demem aynı anda oldu bitti.  Onlar bindi araca gitti. Ben; “Bunun sebebi bu ülkede her gün yaşadıklarım!” dedim kendi kendime…
İnşallah ben paranoya yapmışımdır. O İranlı kadın sadece çöp atmıştır Falezlere…   Polisin de işi zor dedim kendi kendime… Onca işin gücün arasında bak nasıl da meşgul ettim onları. Ya herkes benim gibi her şüphelendiği durumdan onları rahatsız ediyorsa? Ya bi sürü paranoyak varsa bu ülkede? Ne yapsın  adamlar, hangi biriyle uğraşsınlar? Delirir insan vallahi de billahi de! 
Peki nasıl silinecek bu paranoyalar? Bir dağa mı kaçayım, bir mağarada mı yaşayayım? Elektrikli  çaydanlık kullanmadan, şöyle mis gibi odun ateşinde  çay demlesem… Bir gökyüzüne baksam, bir uçsuz bucaksız dağlara… Sadece kuşların kanatlarına takılıp  kaçsam, uçsam dağ bayır…  Aşağıdakilere bir nanik yapsam, biraz paralel biraz teğet geçsem dalgaları…  hayal kurmak bedava, en azından şimdilik!
Seray DEREN-Hür Kalem