İnsan doğasının en rahatsız edici reflekslerinden, en baskın duygularından biridir ‘korku’. Buna karşılık yine de alabildiğine çekici gelebilir korkmak, gerilim duygusunu tatmak. Özellikle insan aklının cevaplayamadığı hallerin, doğaüstü durumların bilinmezliğinden gelişen özel korkular gizemle ürküntüyü bir arada hissettirir insana.

Kuşkusuz gerçek hayat yerine kurguların sunduğu korku duygusu için geçerli bu durum. Zira yaşamın içinde türlü biçimde kendini hissettiren korkuları çekici bulmanın mantık yönü çok da sağlam değil. Bu yaklaşım olsa olsa ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ gibi unutulmaz eserlerin sahibi Milan Kundera’nın ‘Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur’ sözüyle ve olumsuzlukların üstüne gitme cesaretiyle bağdaştırılabilinir… Ki, gelecek kaygısı taşımayarak yaşayanların gözünü budaktan sakınmadığı farklı örneklerle ispatlanmış bir gerçek!
Öte yandan korkunun müthiş bir kazanç kapısı olduğunu da unutmamak lazım. İşte tam bu noktada, romandan senaryolara, kurgu âleminin fırsatçılığı giriyor devreye. Alt metinde mesajlar taşıyan psikolojik gerilimlerden, önüne geleni doğrama sapkınlığındaki kanlı korku matinelerine… İnsanları korkudan kaynaklı duygu karmaşasıyla kendilerine çekmeye çalışan kurguların alıcısı çok oluyor haliyle. Sonuçta sayısız yapımın ortama salındığı yerde, korkunun cılkını çıkartan vasatlıklar baş gösteriyor her şekilde. Neyse ki, çoğunluğun ilgisi korku dozunu ayarlamayı bilen ve mantık kalitesinden ödün vermeden korku sahneleri yaratanlara yönelik oluyor da... Bu sayede amaçsız korkunun içinde boğulmuyoruz.
Gerilim-korku edebiyatına baktığımızda, 1974’teki ‘Göz/Carrie’ romanıyla ‘korkunun üstadı’ olma yolunda ilk adımı atan Stephen King’in romanları bu anlamda kesinlikle ilk sırada yer almakta. Korkuturken düşündürmeyi başaran ve karakterlerini donanımlı biçimde yaratıp akışın dozunu düşürmeden olayları geliştiren King’in pek çok romanının sinemaya uyarlanması da bunun sonucu zaten. Nitekim Kara Kule, O, Hayvan Mezarlığı, Oyun, Sis, Yeşil Yol, Uyuyan Güzeller vb. nice ölümsüz eserde imzası bulunan ve kendi romanlarını eleştirmekten çekinmeyen yazarın beyazperdede yer alan son eseri ‘Doktor Uyku/Doctor Sleep’ de korkuya nefes aldıran türden bir çalışma konumunda.


‘Bay Mercedes’
ve ‘Kim Bulduysa Onundur’ romanlarıyla süren ‘Bill Hodges’ üçlemesini 2016’daki ‘Son Nöbet/End of Watch’ ile noktalayıp sadece korku türünde değil polisiye geriliminde de ne denli usta bir kaleme sahip olduğunu ispatlayan yazar, ‘Doktor Uyku’da, yıllar önce ‘The Shining’ ile yarattığı kâbusu geri çağırırken aynı zamanda korkularla yüzleşme mantığına da ayrı bir boyut kazandırmıştı.
Peki, 2013’te okurlarıyla buluşan ve günümüzde sinema filmi olarak yeniden popülerleşen bu eserin beyazperdedeki hali istenileni verebilecek güçte yaratılmış mı? Gelin, korkuya nefes aldıran ‘Doktor Uyku’yu derinlemesine irdeleyelim şimdi.

‘DOKTOR UYKU’NUN KENDİNE HAS ÖZELLİĞİ

Warner Bros.’un yapımcılığını üstlendiği; yönetmen koltuğunda yine bir Stephen King romanı olan ‘‘Gerald’s Game /Oyun’’u Netflix için uyarlayan Mike Flanagan’ın oturduğu ‘Doktor Uyku’ için söylenecek ilk söz hem bir devam işi olduğu, hem de bağımsız izlenebilecek nitelikte yaratıldığı yönünde… Yani Küçük Danny’nin yetişkin halinde yaşananları ele alan içerik, bu yönüyle devam eseri özelliği sergilerken, diğer yandan bu süreçte kendi öyküsünü de geliştirmiş halde. Dolayısıyla devam filmlerinde kendini hissettiren ‘Başını bilmeme’ sorunu burada çok keskin biçimde karşımıza çıkmıyor.


Daha net ifadeyle belirtecek olursak… 1997’de dizisi de çekilen ‘The Shining’i okumamış veya izlememiş olanların ‘Aman keşke önce onları okuyup izlesek’ kaygısına kapılmadan izleyebilecekleri bir film konumunda! Zira ilk filmdeki Danny karakterinin küçüklüğündeki korku sahnelerinden kesitler veren geri dönüşler sayesinde başlangıç öyküsünün özü aktarılırken, aynı zamanda yeni karakterler ve Dan’in yetişkinlik haliyle de öncekinden bağımsız bir hikâye anlatılıyor bize. Bundan ötürü rahatça anlaşılabilir hal alan film, kanlı korkuyla-aşırı psikolojik gerilimle pek arası olmayanların sinemamızda ‘Cinnet’ adıyla gösterilen Jack Nicholson’ın başrolündeki ‘The Shining’i mutlaka izleme zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Filmin bu özelliği doğrudan daha hafif gerilime sahip ‘Doktor Uyku’ya geçiş yapabilme olanağı tanıyor seyirciye.


IŞILTILI DANNY’YE NE OLDU?

Bizdeki roman ismiyle ‘Medyum’un, orijinaliyle ‘The Shining’in devamı niteliğinde olan ve ‘The Shining’teki Danny Torrance isimli çocuğun akıbetini sergileyen ‘Doktor Uyku’nun filmi, 1980 yılının Florida’sında ormanda piknik yapan bir ailenin ışıltılı kızlarının ‘My Wild Irish Rose/Benim Vahşi İrlandalı Gülüm’ parçasını söyleyen ilginç görünümlü Şapkalı Rose ve arkadaşları tarafından tuzağa düşürülmesiyle açılışını yapıyor.

Özel biri olan küçük Violette’in ormanda birden beliren özel kişilerce yok edilmesinin ardından başlangıcını yapıp 237 no. lu odaya çağırılan küçük Danny’nin kâbusuyla korku-gerilimini sergilemeye geçen yapım, ‘Karanlık şeylerden kurtulmak için içimizdeki ışıltı ilaç gibidir’ mantığıyla ilerliyor.

Overloook Oteli yanıp babası öldükten sonra Danny ile annesine ne olduğunu kestirme biçimde veren ‘Doktor Uyku’, bu süreçte annesiyle birlikte kendi haline yaşamaya çalışırken 217 nolu odanın banyosundaki Bayan Massie’yi yeniden gören küçük Danny için Overlook Oteli kâbuslarını tekrar başlatıyor. Yanı sıra Danny’nin bu kötü durumdan kurtulmasını sağlayan yol göstericisi Dick’i de sahneye çıkartıyor.


Danny’nin kurtuluş formülü olan zihnindeki kutuları devreye sokmanın ardından 2011 yılına geçiş yapan akış, New Jersey’deki yetişkin Dan ile tanıştırıyor bizi. Babası Jack Torrance gibi alkolik hale gelen, hatta barda tanışıp birlikte olduğu kadının aşırı doz almış halini göre göre küçük bebeğini onunla yalnız bırakıp ölüme terk edecek kadar adileşen Dan, tam anlamıyla dibe vurmuş bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Yol göstericisi Dick’in, neden sadece para konusunda uyarıp bebek için akıl vermediğini anlayamadığım, konuşmasından gelen dürtüyle yeni hayata yelken açan Dan, kendiyle yüzleşmek ve kurtuluşu bulmak için New Hampshire-Frazier’a vardıktan sonra da olaylar gelişiyor.

Otobüsten iner inmez şans yüzüne gülen Dan, kedi misali dört ayak üstüne düşüp dört dörtlük bir destekle başlıyor yeni hayatına. Kimin öleceğini hisseden Azzie isimli kedi figürüyle, hayvanların insanlardan daha duyarlı olduğunun altını çizen akış, inancın gücüyle alkolden arınan Dan için huzurevi bakıcılığını layık görüyor bu süreçte. Işıltısını, ölmek üzere olan insanları rahatlatmakta kullandığı için de ‘Doktor Uyku’ lakabını alıyor. Böylece ışıltılı Danny yetişkinliğinde ‘Doktor Uyku’ya dönüşmüş oluyor.


Bundan sonrasındaysa, kendiyle iletişim kuran küçük kız Abra’nın ışıltısı ve çocuk avcılığını sürdüren ‘Gerçek Kardeşlik’ grubunun ışıltı açlığı giriyor devreye. Olayların nihayetindeyse 35 yıl önce yansa da ayakta kalan Overlook Oteli’ne dönüldüğünü ve Danny’nin geçmişinden çözüme ulaşıldığı yerde Dan’i, Abra’nın yol göstericisi yapıldığını görüyoruz.
Anlayacağınız; Işıltılı Danny’ye ne oldu sorusunun cevabını, ‘Her şey başladığı yere döndü ve yol göstericilik görevi el değiştirdi’ şeklinde özetleyebiliriz! Bu akışta uyarlama performansı nasıl diye sorgulayacak olursak…


‘DOKTOR UYKU’NUN FİLM PERFORMANSI NASIL?

Stephan King’in okur merakını gidermek adına yarattığını söylediği ‘Doktor Uyku’nun beyazperdedeki performansına geldiğimizde… ‘The Shining’ filmi için ‘Bence Torrance Ailesinin hikâyesi filmdeki değil, kitaptakidir’ diyerek eserinin uyarlanış biçiminden pek de hoşnut olmadığını hissettiren King, ‘Doktor Uyku’ uyarlaması için ne düşünür bilemem ama ‘The Shining’in aksine bu kitabın sinemaya aktarımı daha kayda değer olmuş gibi durmakta bana göre. Neden derseniz…

Gerek karakterleri, gerekse korku ağırlıklı gerilim atmosferiyle ilk andan itibaren okurunu kuşatıp Torrance Ailesinin içine düştüğü kâbusu ve ürkünçlüğü gayet başarıyla tasvir eden ‘The Shining’ romanının uyarlama filmi romanıyla aynı tadı yaşatamamıştı açıkçası. Evet… Jack Nicholson’ın oyunculuğu müthişti… Müziğin seyirciyi atmosferin içine çekme etkisi mükemmeldi… Sahneleri bol kanlı kuran Stanley Kubrick’in yönetmenliği de başarılıydı ama… Kitapla film arasında bir sürü fark vardı. Hani neredeyse ‘Kitapla filmin hiç ilgisi yok’ dedirten türden! Zaten Stefen King de, Kubrick’in uyarlamayı kafasına göre şekillendirdiğini düşünmüş olsa gerek ki, sonraki yıllarda romanının dizisini çekti. Yönetmenlik yönüyle filmin gerisinde kalsa bile içeriği romanla paraleldi en azından.


Roman halinin filmine ağır bastığı ‘The Shining’i geçip ‘Doktor Uyku’nun uyarlama performansına baktığımızdaysa… Korkunun hemen hiç hissedilmediği, gerilimin minimum seviyede kaldığı romanla çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Karakter ve olay doğallığını orijinal eserden çok ayrışmadan, gayet uyumlu bir biçimde aktarıyor seyirciye. Kuşkusuz bu tabloda kendi dokunuşunu hissettirmekle birlikte Kubrick’in aksine, orijinal eserden çok da kopmadan yol almayı tercih eden Mike Flanagan’ın payı büyük.

İlk romandaki ‘Işıltı’nın sisler arkasından çıkmasını sağlayarak ve çocukluğunda yaşadıklarından etkilenerek sefil bir geleceğe sürüklenen Dan’in ruhsal durumuna odaklanıp yol alan ‘Doktor Uyku’nun en dikkat çeken yönü, kötülüğü sunuş biçimi! Bunun derinliğini, ışıltısı olağanüstü sayılabilecek Abra karakterini ve ışıltılarla beslenen grubun lideri Şapkalı Rose’u devreye sokan gelişimde görebiliyoruz. Bu evrede iyilik ışıltısının tüm gücüyle ortaya çıkması gerektiği vurgulanırken, True Knot tarikatının üyeleriyle görselliğiyle kötülüğe sevimli bir hava katılıyor adeta. Yumuşatılan kötülüğün de temelinde kendince bir gerekçesi ve haklılık payı olabileceği hatırlatılıyor ince detaylarla… Öyle ki, sıradan insanlardan farklı yetenekleri olanlar neden ayrıcalıklı bir yaşam süremesin diye sorgulamak dahi mümkün. Bu soruyu sormamızın önünü açar nitelikteki kötülük yansıması, özel kişilerin ışıltılarını yaşam kaynağı yapan ‘Buhar Avcıları’nın eylemlerine de farklı bir bakış açısı yaratıyor açıkçası.


Anlayacağınız ‘Buhar Avcıları’nı ürkünçlükten çıkartıp onlarla sohbeti koyulaştıran ‘Doktor Uyku’nun akışı, sadece hayaletler görüp korku yaşayan Danny’yi öldürüp ışıltısını kapmaya çalışan kötü ruhların mutlak kötülüğüyle öyküsünü besleyen ‘The Shining’in duygusal eksiğini gideriyor bir yerde. Yanı sıra Danny’nin babasının kötülüğünün arka planındaki mantığa açıklık getirmesi de filmin artısı!

Öte yandan aile olmanın gerektirdiği sorumlulukların bazı erkeklere ağır geldiği ve bunalıma soktuğu gerçeğini çok güzel özetleyen yapımın kurgusal zenginliği yüksek olan kitaptan ayrıştığı durumlar da yok değil. Bu noktada kimi olayların kestirmeden verilmesinin yarattığı boşluğu ya da 11 Eylül olayını hisseden Abra’nın henüz bebekken Dan ile iletişime geçmesinin üstünde durulmaması gibi detayları sayabiliriz mesela! Keza Dan’in bakımevindeki ‘Doktor Uyku’luk süreç de özet geçilmiş. Ancak 152 dakikalık bir filmin romandaki detayları olduğu gibi aktaramayacağı da bir gerçek.


SONUÇTA; ‘Doktor Uyku’
yu, Stanley Kubrick’in yarattığı ‘The Shining’ filminin değil, eserin asıl yaratıcısı Stefen King’in ‘The Shining’ romanının devamı niteliğinde algılamak şart! Aksi takdirde değerlendirmelerde yanılgıya düşmek kaçınılmaz.

Hal böyleyken ‘Dünya aç bir yerdir. Senden almaya çalıştıkları şeyi, onlara karşı kullanırsan başarırsın’ uyarısını yapan… ‘İnsanlar büyüdükçe içlerindeki ışıltı saflığını yitirir’ diyerek çocuk zihninin masumiyet gücüne odaklanan… Ölümün bir son olmadığını, ondan sonra da yola devam edildiğini söyleyen… Kadınların ebedi gençlik merakına ve zamanın güzelliği yıpratma gerçeğine karşı duydukları kaygıya dokunan… İnançlarımızın bizi daha iyi insan yapmadığına işaret eden… Sosyal mecralardan küçük kızları ayartma merakının yanlışlığı üstünde durup bu sapkınlıktaki erkeklerin ava giderken avlanabileceklerine dikkat çeken… Ve nihayetinde içinde ışıltı barındıran kişilerin, bunları yok ederek beslenen kötülerden saklanmak yerine daha çok ışıldayarak ortaya çıkıp mücadelelerini sürdürmeleri gerektiğini vurgulayan ‘Doktor Uyku’, kötülüğe karşı iyiliğin gerilimli mücadelesi olarak tavsiye edilir.

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal