‘’Bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur’’ demiş Einstein.
 
Önyargı! Kelime gelişinden kendini belli ediyor. Önceden yapılan yargı!  Yani yargısız yargı. Dinlemeden verilen hüküm. Amacım, yargıyı irdelemek değil, sorgulamaya çalışmak.
 
Önyargılı olmak; ömür boyu sürmesi beklenen, birçok dostluğun, arkadaşlığın, güzel ilişkinin bitmesine neden oluyor. Birçok güzel ilişkinin önüne ket vurabiliyor. İlişki dediysem sadece âşıkları düşünmeyin tüm ilişkileri düşünelim… Kardeşler, ana-baba, ast-üst ilişkileri de bu tanımın içinde…
 
İnsanız, doğamızda var, güdümüzde var yargılamak, sorgulamak. Ancak; yanlış olanı önyargılı olmak ve hakikaten yakışmıyor insana.   İnsanın kendi algısı sorunluysa, önyargılı olması da kaçınılmaz… Geçenlerde bizim Avare Leyla ağlıyor, ne olduğunu soruyorum: “Çocuk hastalanmış, kreşten aramışlar, babası almaya gitmiş!” diyor. Kendimce ablalık yapıyorum, teselli etmeye çalışıyorum. “Olur böyle şeyler üzülme, çocuklar böyle büyüyor, ağlama üzme kendini, tercihler bazen yanlış olabiliyor işte… Keşke çalışmak zorunda olmasaydın… Neyse haydi sen git, durma bu halde çalışamazsın!”  Bu cümleyi kurarken; aklımdan geçen tam olarak şuydu: ”Anne olmak ne zor, küçük çocuğu kreşe bırakıp, çalışmak zorunda kalmak ne zor bir tercih… Koş yavruna, yavrucuğun seni bekler, sen annesin!”  O izin istemeden, ben kendiliğimden o izni vermiştim… Öyle ya,  o haldeyken,  aklı orda, kendi işyerinde olmazdı değil mi? Akşamüstü aradım sordum, çocuk iyiydi… Sonrasında bizim Avare Leyla benimle pek konuşmuyor gibi bir haller içinde… Ama sebebini bilemiyorum… Aradan zaman geçti. Ekip olarak toplantı halindeyiz.   Bizim Leyla beni şikâyet ediyor: “Sabah 9.30’da bana telefon geldi, beni saat 11.00’e kadar çalıştırdı, ancak 11.00’de yolladı, çocuğum hastayken bir de bana “Tercih Meselesi” dedi.  Hoppalaaa!  Bu da neydi şimdi!  Kendi niyetimi bildiğim için, bu suçlamayla şok olmuştum. Hayretler içinde kalmıştım. Tek söyleyebildiğim:”Bir amir olarak değil, o gün bir abla olarak teselli amaçlı kullandığım iki kelimeyi o kadar süre sonra burada bu toplantıda söylüyorsun, bu hiç hoş değil, seni rahatsız ettiyse 2 ay neden bekledin? İkincisi ise; sabah sana 9.30’da telefon geldiğini bilmiyordum, diyelim ki, telefonun çaldı, ne söylediler ne konuştunuz, nereden bileyim? Ağladığını görünce,  zaten sen izin istemeden ben kendiliğimden sana izin verdim!” dedim ve sonra uzun uzun düşündüm.
 
Neydi bu algının sebebi?
Niyet! Evet, tamamen kötü niyet!
Hani hep derim ya; “Ben bir aynayım” diye…
Nasıl bakarsanız, öyle görürsünüz diye…
İşte tam da durum buydu…
Kişinin algısı tamamen kendi niyetinin ürünü… Siz ne derseniz deyin, karşıdaki hakikaten algısıyla sınırlı…
İletişimin tek taraflı açık olması da pek işe yaramıyor. Karşılıklı iyi niyetli ve açık iletişim içinde olursanız, o görünmez duvarları kaldırırsanız tüm ilişkileriniz emin olun daha sağlıklı olacaktır. Öte yandan “cahille etme sohbet” de ayrı bir tercih meselesi… ama biz cahili de eğitelim sohbet edelim derim ben… Can cana, insan insana her zaman lazım…
 
Güzelliklerin önüne bir sis olup inebiliyor önyargı.   Çok sıkı dostluklar sessizliklere gömülüp,  ön yargının kurbanı olabiliyor çoğu zaman.
 
Hayatı gözlüyorum, inceliyorum, dinliyorum ve yazıyorum. Psikolojide ‘’hastanın pabucuna girmek’’ diye bir deyim vardır. Psikolog; hastasını dinlerken birebir onun yaşadıklarını hissederek, hastası kadar olayların etkisine giriyorsa hastanın pabucuna girmiş demektir… İzlerken,   gözlerken,    yazdığım ve incelediğim hayatların pabucuna giriyorum sanırım. Öyle bir giriyorum ki; bazen, okurlarım kendi hayatımdan bir kesit sunmuşum gibi yazının özünü kaçırıp, özelimi didiklemeye bile çalışabiliyor… Aramızda kalsın, ne yaparsanız yapın benden laf alamazsınız Önyargıdan uzak olsanız çok iyi olur arkadaşlar. Mesela; ‘’Agatha sürekli cinayet romanı yazıyor diye  bu kadın cinayet mi işliyor?’’ Hayır… O halde, ben de sürekli muhalefet yapıyorum diye, muhalif partilerden miyim? Hayır. Tabii ki hayır! Örnekler çoğaltılabilir.  Görüldüğü üzere, bugün muhalif değilim… Nedense; bugün böyle ılımlı insan halleri içindeyim?    Henüz sansüre falan uğramış değilim önyargılı olmayalım yok yere… Önyargısızca hayatı irdelemenin keyfini yaşayalım biraz…
 
Bir başka örnekle devam edelim yazıya… Bir ağabeyimiz var, sürekli aşk şiiri yazar. Ağabeyimize ısrarla; ”sen âşıksın” der,  “aşkı yapıştırırız.” Adam evli barklı adam.  Aman bir korkuyor ki biz böyle söyleyince… “Adım çıkacak” diye, gizli gizli yazıyor artık şiirlerini. Sanki evli olan adam, eşine âşık olamazmış gibi, ağabeyimizin şiirleri kendi önyargısının kurbanı oluyor. O’nun bu korkusuna güler misin, ağlar mısın?   ‘’Abicim, korkma, korktukça önyargılar seni çok yargılar” diyorum ama nafile! Dinlemiyor beni.
 
Önyargı; var olan üretmeyi, arsız bir şekilde bitirebiliyor… Aman uzak durun arkadaşlar… Bakın; kuşlara, kedilere, köpeklere, böceklere hiç birbirine küseni var mı?
 
Hayatta yaşadığımız inişlerin belki de ana nedenlerinden biri önyargı. Bakış açılarımız ve önyargılarımız;  bize dayanılmaz ve zor bir hayat sunabilir. Bundan uzak duracağız,  sözün özü; avare Leyla olmayacağız…  Biraz ipuçları verelim:
 
Dinleyin: Karşınızdakini iyi dinleyin, hatta onun ruhundan geleni duymaya çalışın.
Anlayın: O’nun kalbinden geçeni, niyetini anlamaya çalışın.
Görün: Gerçek güzelliklerin insanın iç dünyasında yattığını, toplumsal ve çevresel bazı öğretilerin,  iç dünyamıza bir perde gibi indiğini bilerek, karşınızdaki insanı yargılamadan önce,  iç dünyasını görmeye çalışın.
Sorgulayın: Sorgularken içinizdeki sizi dinleyin, vicdanınız sizinle baş başaysa mesele yok.
Konuşun: Sevgiyle, saygıyla, açık ve net konuşun. İçinizde volkanları biriktirmenin size sadece zararı olur. Gereksiz volkan patlamalarının önüne geçmek için, her zaman konuşun.
 
Konuşun dediysek, vıdı vıdı edercesine değil tabii… Kimse dayanamaz fazla vıdı vıdıya… 
 
Ben kaçıyorum Hürkalem’den iyi ödevler…  
 
Köşebucaknotu: Bu yazı Avare Leyla’lara ithaf olunur.
 
Seray DEREN