Oyunculuk nedir? Bir iş midir yoksa bir sanat mı? Sadece para kazanma gailesiyle ortaya çıkanların ve bunları körükleyen dizi sektörünün sayesinde ülkemizde ‘iş’ olarak algılansa da aslında oyunculuk, hakkını vermek için uzun çalışmalar ve duygu gerektiren, icrası zor bir ‘sanat’tır.

Ne var ki, istisnaları olsa da bizdeki oyuncu zevatının büyük kısmı, tıpkı kısıtlı cümle dağarcıklarıyla eften püften karalamalarını yazarlık olarak görenler veya eş-dost torpiliyle yapılan çığırtkan tartışmacılığı programcılık olarak yedirmeye çalışanlar gibi, sırtlarını bir yerler dayayıp sanatsız sanat dünyasına dalarlar ve ifadesiz yüzlerinin eşliğindeki rol kesememelerini oyunculuk sanırlar.

Yataktan tek teli dağılmamış fönlü saçlarla kalkmayı yetenek sanıp havalara girerler… Gerçek sanatçılar görmezden gelinirken onlar, birbiri peşi sıra aynı tiple çıktıkları yapımlardaki başarısızlıklarını algılamadan onun bunun gazıyla bulutların üstünde gezinirler. Üstelik bunlar, altları yuvarlak ‘Hacıyatmaz’ gibi olduklarından düşer düşer geri kalkarlar. Kısacası, icraatlarının hakkını verenler köşe bucakta bekleşirken kendini bir şey veya oyuncu sananlar aslan payını götürür.

Tabi bu aymazlıkta sorumluluğun büyüğü, rol yapma sanatını üç beş kalıplaşmış mimikten, podyumdaymışçasına ortalıkta salınmaktan ibaret sayanlarda değil, böylelerini teşvikleri ve destekleriyle cesaretlendiren, dolayısıyla gerçek sanatçıların önünü kesip seyircinin iyiyle buluşmasını engelleyenlerdedir. Hoş aynı gerçek, her alanda da geçerlidir ya neyse…

Peki, nereden geldik bu konuya? Açıkçası öyle durup dururken gelmedik.

Yönetmenliğini ve senaristliğini J. C. Chandor’un yaptığı ‘Sona Doğru’ isimli yapımın tek oyuncusu olan Robert Redford’un müthiş performansıyla tüm filmi sırtlamasını izlediğimde, aklıma gelen ilk bu gerçek oldu da ondan daldım konuya.

Öte yandan dizilerin motivasyonuyla, bırakın ülke içini, sınır ötesinden bile ‘Muhteşem Yüzyıl’ gibi dizilerde oyunculuğa kapılanmak için heveslenenlerden yardım talep eden satırları aldıkça, her şeyin böylesine ucuzlatılmasının yanlışlığına da dikkat çekmek istedim.

 
SANATÇININ ‘SÖZ’E İHTİYACI YOK!

77 yaşına rağmen tam anlamıyla olağanüstü bir oyunculuk sergileyen Robert Redford, birkaç kısa kelime hariç baştan sona konuşmasız olan filmde, rol yapmanın ‘söz’ ile hiç ilgisi bulunmadığını öyle güzel hissettiriyor ki… Aslında onu, bizdeki alamünit oyuncu tayfasıyla kıyaslamak oyunculuk sanatına hakaret olacaktır. Ama yine de ‘Ben neymişim be abi’ triplerinde caka atanlara bir nebze örnek teşkil etmesi adına kıyasta fayda var.

Yaşlı bir denizcinin bir başına Hint Okyanusu’nda yol alırken teknenin, bir gemiden düşen konteynıra çarpıp hasar görmesiyle başlayan yaşam savaşında Robert Redford, duygularını sadece mimikleri ve beden diliyle hissettirerek konuşuyor, kendini ifade ediyor. Var mı bizde böylesini yapabilecek bir dizi oyuncusu?

O, bunu öylesine doğal bir ustalıkla yapıyor ki, ismini cismini, nereden gelip nereye gittiğini, amacını, gelmişini geçmişini yani kısacası hakkındaki hiçbir şeyi bilmediğiniz bu insanı sorgulamak yerine açılış sahnesinden itibaren onunla bütünleşiveriyorsunuz. Robert Redford’un canlandırdığı karakter, doğallığıyla bir anda gerçek bir kişiliğe dönüşüp perdeden taşıyor, sizi sarıp sarmalayarak Hint Okyanusu’nun ıssız sularına çekiyor.

Sözeli aşıp görsel hikâye anlatımına odaklanan ‘Sona Doğru’da Robert Redford’la birlikte yol alırken fiberglas teknelerin ne kadar güvenliksiz olduğunu, kurtarma botlarının dandikliğini, işaret fişeklerinin bir işe yaramadığını, Okyanus’ta balık tutmaya çalışmamak gerektiğini ve daha pek çok ayrıntıyı yaşlı kahramanın diyalogsuz canlandırmasıyla anbean yaşıyorsunuz. Neler yapacağınızı, nelere güvenmemeniz gerektiğinin suskun deneyimi beyninize işleniyor.

Bu sergilenen öyle bir sanatsal ritüel ki, bir yandan sözsüz konuşmanın mesajlarını dinliyorsunuz… Bir yandan da, bizdeki bolca konuşup buna karşılık hiçbir şey ifade edemeyenlerin, akılda tek bir iz bırakamayanların kulaklarını çınlatıyorsunuz.

Ve neticede, cazibesini sanat gücünden alan yaşlı başlı bir aktörün sinema sanatı adına farklı bir örnek teşkil eden ‘Sona Doğru’ büyüleyiciliğinde, gerçek oyunculuğun ne olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.

Robert Redford sayesinde başlı başına ‘rol yapma’ dersine dönüşen ‘Sona Doğru’, oyunculuk platformuna girmek isteyenlerce, bu yönüyle dikkate alınmalı ve defalarca izlenmeli. Bir karakterin içselleştirilmeden, sahnelerin ruhuna vakıf olmadan rolün hakkının verilemeyeceği ve senaryonun seyirciye benimsetilemeyeceği belki bu şekilde biraz olsun anlaşılır.

Çıkmadık candan ümit kesilmezmiş. Biz de ‘Sona Doğru’ elbet bulacağız doğru yolu.

 
Anibal GÜLEROĞLU

www.sinematur.com