Karşı kıyıdan seslendi:”Serin esiyor rüzgar diye başla yazına ve yaz yüreğe sığmayan sevinçleri…” “Tamam söz” dedim, iyi ama ben bu sözü niye verdim? Hangi sevinçleri yazacaktım ki?  Hangi güzel haberleri verecektim ki köşemden?
 
Hollanda’da siyasetçilerin kurduğu Hayvan Hakları Meclisi’nden mi bahsetmeliydim, oralarda sokak hayvanı kavramını bilmediklerinden mi? Nüfusun yarısının evinde evcil hayvan beslediğinden mi? Kedilerin annelerinden erken ayrılınca stresli olduklarından mı? Yoksa bunu araştıran Hollanda’nın bilim adamlarından mı bahsetmeliyim?
 
Kalemim ne çok bilenmiş, ne çok küsmüş sevinçlere. İyi olan ne varsa kırgın sanki sayfama?  İyi yazmak yürek ister, ne çok kanamış yüreğim ki, iyi şeyler yazamamışım… Kendimden kaçmak istemiş, bir türlü kaçamamışım… İçinde bulunduğun coğrafya sancılıysa, yazmak  sancılı olabiliyor…
 
Başlayalım o halde… Evet yaz mevsimine inat, serin esiyor rüzgar ve bir türlü yaz gelemiyor Ankara’ya… Anadolu’nun orta yerinde; bir sürü senaryo bir sürü film evirilip çevrilirken, net bir fotoğraf var, güney sınırımız tehlikede.  Olası bir iç savaşta yitecek canlar ürkütüyor beni. Irak, Suriye gibi olmasın ülkemiz. Sağ salim yürüsün Cumhuriyetimiz.  
 
Hollanda’lı siyasetçi kedinin stresini düşünürken, biz yoksulluğun stresini anlamayan, kadını hor gören bir toplum olup çıktık… Hepsini birer birer yaşadım… gözümün önünde, göz göre göre oldu…
 
Uyku tutmuyor, hep aklımda o aç gezen kağıtçı çocuklar… 
Bir sürü sokak hayvanını;  hırpalanmış,  yaralanmış,  berelenmiş,  öldürülmüş görmek uykularımı kaçırıyor. 
Suriye'den kaçıp, dilencilik yapanlara üzülüyorum. Hayatta kalmak için kaçtılar hayatları lime lime burada da...
Her gün bir kayıp çocuk ilanı görünce, içim parça parça kayboluyorum...  Uyuyamıyorum.
Gün boyunca onca asık suratlı insan görüyorum ki, gece muhasebesindeyim huzurun.  Uyuyamıyorum… Bir de ben uyursam, vatan elden gidecek sanıyorum, kendimce bir nöbette gibiyim.  Kaybolan askerin başına ne geldi? Merak ediyorum belki bir haber gelir diye bekliyorum… Olmuyor gelmiyor haber…
Sayfana sevinçleri yaz demişti… Bak olmuyor, olanları aklım almıyor bir travma yaşanıyor ülkemde, ödül, atama, hapis, ceza öyle ters öyle zıt, öyle akıl almaz ki ?  Kaçırılan, öldürülen, dövülen kadınlar, benim kardeşlerim, onlar huzursuzken, ben nasıl huzurla uyurum?  Hangi sevinci yazabilirim ki?
“Gündüzler yeterince karanlık oldu ülkemde, geceyi aydınlık tutmakta fayda var” diyorum bazen kendi kendime uykusuzluğa bir kılıf işte… Kim oruç tuttu,  kim tutmadı derdinde değilim, ben sadece güzel dilekler dilemeyi onu da melekler uyanıkken yapmayı seviyorum.  Bazen bunun için de uyuyamıyorum…
İyiler, kötüler, sevinçler,  tasalar dans ediyor içimde…
Bunca dert arasında beynim melatonin salgılayamıyor anlaşılan...Beynim ülkemin travmasına  otağ kurmuş… Uyuyamıyorum, huzursuzum. Ortaçağdan kalma,  Ortadoğu bataklığına sürüklendiğimizi görüyorum. Ssen uyursan, o uyursa, kim uyanık kalıp, nöbet tutacak bu ülkede? Birilerinin uyanık olması lazım.  Bak kendimce bir sürü sebep sıraladım… Eğer uyumuş olsam, bunları nasıl yazardım ki? 
Her mesajın bir alıcısı var,  bilirim de uyumam… Tırpan, dirgen, orak, çekiç, kurt, kuzu nasıl yemin ediyor hep birlikte ırgat ırgat izledik…  Dilerim ki  kardeşlik uyumasın ve karşı kıyıya selam olsun.
 
Seray DEREN- Hür Kalem