‘Barışı ve sevgiyi kendi içinde bulamıyorsan başka hiçbir yerde bulamazsın’
demiş iki kez Grammy ödülü kazanmış olan ünlü sanatçı Marvin Gaye… Gerçekten de savaşların çıkış sebeplerinin temeline indiğimizde haklı gerekçelerden ziyade sevgisizlik, nefret ve hırs duyguları çıkıyor karşımıza. Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen Gavrilo Princip mesela…
Yoksul aileden gelmenin ve fiziki yönden yetersiz bulunmanın ezikliğini, Sırp milliyetçiliğiyle birleştirerek Avusturya-Macaristan Veliaht’ına suikast düzenleyen Princip bu yolla kendini ispata çalışırken dört yıl sürecek acıların-yıkımın da temelini atmış. Ancak tüm bunlara rağmen barışı ve sevgiyi kendi içinde bulamayan insanlar her daim varlıklarını sürdürmüş yeryüzünde. Keza İkinci Dünya Savaşı’nın müsebbibi olan Hitler de böyle biri! Yarattığı müthiş vahşetin izleri bir yana, o denli güçlü bir nefret tohumu serpmiş ki yüreklere onun eseri olan ‘Nazi’ mantığının peşine takılanlar sürüsüne bereket günümüzde bile.

Kısacası; Pek çok insanın ölmesine-yaralanmasına yol açan insan sevgisizliğinden kaynaklı savaşçılık sevdası her daim dünyanın başına musallat… Hâlihazırda örneklerini yaşıyoruz nitekim. Din bahanesiyle aileleri talan eden, kadınları esirleştiren, kelleleri uçuranların veya hırslarından dolayı ülkelerin içini karıştıranların yüreğinde sevgi olduğunu ve dengeli bir kişilikle yetiştirildiklerini kim iddia edebilir ki!

Hal böyleyken tüm insanlığı ilgilendiren bu derin konunun kurgular cephesine baktığımızda sayısız yapım görüyoruz savaşa dair. Irkçılıktan-hırstan doğan savaş nefretinin acılarını gerçek olayların üstünden aktaranlar da mevcut, Amerikan askerini yücelten türden kurgusal kahramanlıklarla vereni de! Aşkı ön plana çıkartıp savaşı fonda tutan yapımlar da bir dolu.
Kuşkusuz arada savaş çılgınlığına farklı açıdan bakan işler de çıkıyor… Ki, ırkçılığa çocuklar üstünden tavşan bakışı yaparak İkinci Dünya Savaşı’nın kıyımcı ortamını aktarmayı ve Hitler’i kara mizah diliyle yansıtmayı seçen ‘Tavşan Jojo/Jojo Rabbit’ filmi de bunlardan biri!


YAŞAM BİR ARMAĞAN… SAVAŞIP NE YAPACAĞIZ?

Christine Leunens’in, 2008 yılında yayınlanan tarihi romanı ‘Caging Skies’tan uyarlanan ‘Tavşan Jojo’, komediyi kendine has yorumlayan ve aynı zamanda filmdeki Hitler karakterini de başarıyla canlandıran Taika Waititi eliyle mükemmelleştirilmiş bir film. Hitler’in ve onun yarattığı Nazi Almanya’sının nimetlerinden faydalanmayı seçenlerin tablosunu gerçekçilikten uzaklaşmadan ama alabildiğine mizaha bulayarak yansıtan Waititi, dönem filmi türündeki bu denemesinde kendisine ‘Tavşan’ lakabı takılan Jojo isimli çocuk aracılığıyla, gerçekle hayal dünyası arasında köprü kurup, şekillendiriyor olayları.

10 yaşındaki Jojo’nun, özel yardımcısı olmayı arzuladığı, Adolf Hitler’e hayatını adama yemini ederek erkekliğe hazırlandığı hafta sonu kampına gitme sevdasından açılışını yapan film, ilk andan itibaren Alman ruhunu aşılamaya çalışan Hitler’in komik figürüyle tanıştırıp onun yarattığı ‘Heil Hitler’ çılgınlığına ortak ediyor bizi. O dönemin gerçek görüntülerini kurguyla bağdaştıran açılışın ardından bulunduğu konumdan hiç memnun olmayan Captain Klenzendorf liderliğindeki çocuk eğitim kampına yönelen akış, bu noktadan itibaren dönemin yozluklarını anlatmaya koyuluyor. Tabii Tavşan Jojo ve hayali Hitler eşliğinde gelişen kara mizah diliyle!


Yönetmen-senarist Taika Waititi tarafından yaratılan bu kara mizahın en önemli özelliği güldürmekten ziyade ırkçılığın ne denli tehlikeli bir şey olduğu konusunda her yaşta bilinç yaratma hedefine odaklanmış olması! Bundan dolayı filmin her karesi ayrı bir mesaj taşıyor diyebiliriz. Mesela Jojo’nun ‘Tavşan’ lakabını aldığı kamp ortamı…

Burada Nazi mantığının çocuk algısı çok net vurgulanmakta. Çocukları, yaşlarına aldırmadan kolayca harcanabilecek askeri güce dönüştürme amacına hizmet eden kampta erkek çocukların Alman ırkını yüceltme fikriyle gaza getirilip Yahudi düşmanı katil olmaya yönlendirildiği, kızların da arî Alman ırkının neslini sürdürmek adına bebek yapmaya özendirildiği gerçeği işlenmiş.


Çocukların beyinlerinin yalan yanlış bilgilerle yıkandığı, kitapların büyük bir coşkuyla yakıldığı, erkeklik göstergesi olarak bıçakların dağıtıldığı, kızlara bolca hamile kalmalarının öğütlendiği, ırkçılığın aşılandığı böylesi kampların Hitler’in ‘Taş yürekli savaşçı’ yetiştirme planına hizmet edildiği gerçeğini ortaya koyan filmde bir diğer mesaj, ‘Aklın üstünlüğü’ne dair!

‘Mütevazı tavşan tüm düşmanlarını aklıyla yener’ mesajını, tavşanın boynunu kıramadığı için ödlek sayılıp ‘Tavşan’ lakabı takılan Jojo’nun hayali arkadaşı Hitler ile dertleşmesinden çıkartan filmde, Hitler’in diktatörlüğüne karşı mücadele verdikleri için meydanda asılan insanların tablosu da ırkçılık ve nefretin görülmesi gereken yüzü konumunda.


Savaşa gittikleri için sevinen gençlerin mutluluk tablosunu annesiyle birlikte bisiklete binen Jojo’nun masumiyetiyle harmanlayan akışta üstünde durulması gerekenlerden bir diğeri, ‘Ari ırkım. Kanım saf kırmızı’ diye övünenlerin Yahudileri insan olarak görmeme aymazlığı!

‘Yahudi neye benzer’ sorusunun sıkça tekrarlandığı süreçte onların zihin okuma, düşünceleri yönlendirme gücünden bahsedip onları ‘Şeytan’a benzeten Nazilerin cehaletten mi yoksa cahilleri kandırma akılcılığıyla mı böyle davrandıklarını sorgulamak mümkün. Hani günümüzde de bu tür safsatalarla beyinlerin yıkandığını düşünürsek… Bu detay önemli!


Beyinleri yıkanan veya büyüyüp kendini ispat hevesini görsel özentiyle birleştiren çocukların ebeveynleriyle zıtlaşabileceğini, Jojo ile ayakkabı bağcıkları üstünden hayatta düşmeden yürümeye dair mesaj veren annesi Rosie arasında yaşanan tartışmada ortaya koyan senaryonun kırılma noktası, duvarların arasına gizlenerek hayatta kalmaya çalışan Yahudi kız Elsa’nın Jojo tarafından bulunması. O andan itibaren ‘Yahudilik-Irkçılık-İnsanlık’ üçgeninde gidip geliyor her şey.


‘Tavşan Jojo’
nun ‘Aşk herkese lazım’ diyen annesinden aldığı mesaja gelince… ‘Yaşam bir armağan… Savaşıp ne yapacağız? Hayatı kurtarmalıyız’ şeklinde. Buna karşılık eline silah tutuşturulmuş arkadaşı Yorki’ye özenen Jojo’nun hayali Hitler aracılığıyla beynine işlenen şey, ‘Yahudilerin zararlı ve yok edilmesi gereken varlıklar olduğu’ söylemi… Ve orta yerde evlerinde bulunduğu takdirde başlarına iş açabilecek Yahudi Elsa’nın yarattığı ikilem!


Dahası… Yiyecek bulmakta zorlanan halktan sürekli özveri talep eden, ‘Irkımızın-vatanımızın geleceği için’ nakaratıyla evlerdeki tencere-tavayı dahi toplayan Nazi yönetiminin resmediliş şekli de
‘Tavşan Jojo’nunartılarından.Hitler tarafından kurulan polis teşkilatı Gestapo’nunevlere yaptıkları baskınlarla ve sorgulamalarla insanlar üstünde nasıl bir korku imparatorluğu kurduklarını oldukça eğlenceli biçimde aktaran filmde, ‘Heil Hitler’ lafını sakız edip bu selamı vermeyeni düşman belleyenlerin refah içindeki yaşamının tek boynuz kafası yiyen Hitler ile resmedilişi de güzel bir ayrıntı. Nasıl ki, Nazilerin kırmızı pelerin ve güçlü müzikle düşmanı alt etme projesinin patentini alacak kadar uçuklaşması da öyle!


SONUÇTA;
Hayalleriyle gerçek dünyadan kopuk bir çocuk şeklinde tanıdığımız Jojo’nun kendi ayakkabılarını bağlayamazken yaşadıkları olaylar sonucu gözlerinin açılma ve başkasının ayakkabısının bağını bağlayabilen bir olgunluğa erişme sürecini izliyoruz, ırkçılığa tavşan bakışı yapan ‘Tavşan Jojo’da! Bu süreç çok şey söylüyor, barışı ve sevgiyi kendi içinde bulmayı bilerek yaşayana.

Özetleyecek olursak… Doğru olarak dayatılan ve körü körüne inanılan yanlışlarla mücadelede aklını kullanan tavşan misali davranıp yanlışı doğruyla düzeltmek yerine yanlışın üstüne gidip kabartarak yanlışlığı hissettirecek yol izlemek gerektiğini, Elsa karakterinin Jojo ile olan yakınlaşmasında ortaya koyan… Ve kullandığı ironik anlatımla gerçek yaşama ayna tutan ‘Tavşan Jojo’, ırkçılığın doğurduğu savaş ortamında hüzünle mizahı iç içe geçirmiş başarılı bir yapım… Yapımdan arta kalan ana mesaj, ‘Yaşam bir armağan… Savaşıp ne yapacağız’ gerçeği! Anlayana.

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal