‘Muhteşem Yüzyıl’ başta olmak üzere ‘Suskunlar’, ‘Çalıkuşu’ gibi pek çok ses getiren yapıma imza atan Tims Production şimdi de sinemada iddiasını ortaya koyup Çağan Irmak’la birlikte ‘Tamam Mıyız’ diyor.

Dizi dünyasından isimleri bambaşka tiplemelerle karşımıza çıkartan ve engelli yaşamların ötekileştirilmesine kamerasını çevirirken umut aşılayan ‘Tamam Mıyız’ nasıl bir yapım?

Yoğun katılımlı basın gösteriminde izlediğim ‘Tamam Mıyız’ her şeyden önce bana, tekerlekli sandalyeye mahkûm zengin Phillippe ile maaşlı bakıcısı zenci Drise arasındaki dostluk ve yaşama bağlılık öyküsü olan ‘Can Dostum’deki havayı hatırlattı. Orada da engellerin aşılma durumu ve sınıfsal farklılıklar, iki erkek arasındaki dostluk üstünden verilmişti. Zenci sıfatını da ötekileştirmenin bir yönü olarak işleyen film, parasızlar için engellerin kolay kalkamayacağını düşündürse de, her karesinde inandırıcı bir gerçekçiliğe sahipti.

Duygulara dokunmayı hedef edinen filmlerinde popüler öyküler yaratarak seyirciyi çekmekte usta olan Çağan Irmak’ın rolleri ters döndüren bu çalışmasındaysa, Hakan Günday’ın ‘Kinyas ve Kayra’ romanındaki yeniden varoluşçu yaklaşımdan da etkilenilerek ‘Temmuz ve İhsan’ın hayata bağlanma masalı anlatılmış.

‘Masal’ diyorum çünkü gerçekten de Deniz Celiloğlu ve Aras Bulut İynemli’nin başarıyla canlandırdığı bu iki karaktere odaklı öykü o denli iyimser bir yaklaşıma sahip ki, ‘Can Dostum’un aksine buradan yansıyanlara ancak masal dünyasında rastlanır.

Aslında ‘Ev’ filmindeki oyunculuğuyla beğendiğim ‘Çalıkuşu’ dizisinde de kötü-âşık doktor Selim’i canlandıran Celiloğlu’nun oynadığı Temmuz karakterinin ruhsal dünyası da bu masalsılığa fazlasıyla uygun. Tekerlekli sandalyenin üstünde büst gibi durma çaresizliğine rağmen yüzünde hep gülen bir ifade taşıyan İhsan’ın da olaylara yaklaşımı aynı şekilde.

Temmuz, totemlerden medet uman, alkol denizinde yüzmeyi seven, babasıyla kopuk ilişkisine karşın annesinin biriciği olan, işi gücü umursamayıp köpeğiyle park gezmelerine çıkan, heykellerinde kendi kişiliğini canlandırmaya çalışan, çevresindeki her şeyi dert ediniyor görünen, pervasız ve fazla hayallere dalan bir tip.
Sevgilisi tarafından terk edilen ve cinsel tercihi konusunda üstü kapalı ipucu veren Temmuz’un ayakları yere basmadan yaşarken, rüyasında gördüğü İhsan’la parkta karşılaşması da ‘Tamam Mıyız’ın masalsı yönünün ağır bastığının göstergesi.

 
TEMMUZ İYİ DEĞİL, BENCİL!

‘Ne inim ne cinim. Ben de senin gibi bir âdemoğluyum. Uyan’ diyen Aras Bulut İynemli’nin geniş gülümsemeli yüzüyle en baştan iyimserlik temposunu ortaya koyan filmde heykelleriyle konuşan, tapire benzettiğim şirin köpeğiyle oynaşan Temmuz üstünden yaşam değerlerini ve insan ilişkilerini irdelemeye girişen ‘Tamam Mıyız’da üstünde durulması gereken yegâne olgu, farklılıkların kabullenilmesi ve dışlanmaması gibi görünse de ne yalan söyleyeyim ben bu duyguyu pek kapamadım.

Oyuncuların canlandırmasındaki gerçekçiliğe karşın öykünün abartılı bir iyimserlik taşıması filmin inandırıcılığını etkilediğinden olsa gerek.

‘Kurtuluşumuz yakındır’ söylemiyle aynı rüyayı gören Temmuz ve İhsan’ı buluşturan film her ne kadar Temmuz’u iyilik meleği gibi sunsa da, bana göre bencil ve sorumsuz yaşamında kendisini sevenleri çaktırmadan kullanan biri… Ki, sevgilisinin ayrılık mektubunda da bu özellikleri ayrıntılarıyla verilmekte! Hep onun istekleri, onun hayalleri ve onun dertleri… İhsan dahil, başkalarını umursaması bile kendi kurtuluşu adına.

Burada araya sokuşturulan ‘Fazla iyi olana bu âlemde yer yok’ mantığı yaşam genelinde doğru olsa bile ‘Temmuz’ karakteri aslında ne fazla iyi, ne de özverili. En ufak bir sorunda çözümü içki şişesinde arayan, salaş bir hayatın hayalleri içinde kaybolup çevresindeki gerçekleri göremeyen biri zaten gerçekten özverili olamaz ki. Hakiki iyilik ve bütünleşme durumu kendinden önce başkasını düşünüp onun uğruna fedakârlık yapabilmek değil mi?

Öyleyse Temmuz’un sergilediği bencilliği, sorumsuzluğu iyilikle nasıl bağdaştırabilir, buradan topluma seslenebilirsiniz? Ancak kolları ve bacakları olmayan İhsan’la arasında rüyalar vasıtasıyla telepati kurdurarak! Daha sonra da zenginin gönlünden kopuyormuşçasına sunulan yardımseverlik tablosunu devreye sokarak.
Peki, bu tabloya canı gönülden inanıp Çağan Irmak’ın vermek istediği ‘Her birimizin kurtuluşu bir başkasına aittir’ mesajını yürekten hissetmek mümkün mü?

 
ABARTILAR İNANDIRICILIĞI ZEDELİYOR

Keyifli ve ortamına uygun müzikler, göz okşayan renkli sahneler, aydınlık ve parlak bir atmosfer, konusunun manevi ağırlığıyla taban tabana zıt cıvıl cıvıl bir tempo ve umutsuzluktan umut yaratma çabası.

Hepsi ‘Tamam Mıyız’ı izleten özellikler olsa da kimi yerde öylesine abartılı işleniyor ki gerçekçilikle ters düşüyor. Bu paylaşımcı yaşamın gerekliliğini ortaya koyma çabasında İhsan karakteri açısından bir sorun yok. Ama İhsan’a yaklaşımında, gay’likle ağabeylik arasında görüş ikilemine düşüren Temmuz bir hayli düşündürücü.
Güzel tablonun kurtarıcı kahramanı olan Temmuz’a ağaçları okşatıp Gezi olaylarındaki LGBT yürüyüşünün içinde göstererek mesaj veren filmi izlerken ‘Evine bir yazıcı dahi almayıp kendi işi için arkadaşını koşturtacak kadar boş vermiş olan bir zengin çocuğu iki rüyaya tav olup kolsuz-bacaksız bir gencin gönüllü bakıcılığını üstlenir mi? Onun tuvaletiyle ilgilenir, temizliğini yapar mı’ diye düşünmemek imkânsız. Gerçek hayatta benzeri bir tavrın karşımıza çıkacağını hiç sanmıyorum. Her ne kadar ‘Senin varlığın benim kurtuluşum’ mantığı bu yardımseverlik için ileri sürülse de, bu durum kendini oldukça sorgulatıyor.

‘Şirket evlendirmeleri’nin gırgırına soyunarak kapitalistleri iğneleyen, sınıfsal farklılıkları gecekondu annesiyle patroniçe anneyi aynı masaya oturtarak sıfırlamaya uğraşan, sanatçı kesiminin gay olarak algılanma alışkanlığına da gönderme yapan ve ülkemizdeki sosyal güvenlik birimlerinde kitap okuma türünde bireysel hizmetler bulunmadığı yönünde taşını vuran ‘Tamam Mıyız’da bir başka ayrıntı da İhsan’ın annesinin tavırları.
O kadar iyi niyetli ve şikâyetsiz bir kişilik sergiliyor ki tıpkı Temmuz’un inandırıcılıktan uzak fedakârlığı gibi yapaylıkla yansıyor izleyiciye. Dolayısıyla kocasından dayak yiyen, oğlu bu denli çaresiz bir durumda olan annenin sürekli Polyannacılık oynaması da, duygu aktarımına yönelik filmi gerçeklerden kopartan etkenlerden.

 
KABAHAT TOHUMUN DEĞİL SAHİBİNİN!

Final sahnesiyle Titanic’i anımsatan, engellilere yaşam gücü motivasyonuyla aşmayı öğütlerken havalarda uçup gerçek hayattaki ‘para’ engelinin nasıl aşılacağı konusuna hiç değinmeyerek olayı kulenin tepesinde bırakan ‘Tamam Mıyız’da gerçekçilikte tamam olan tek şey ‘erkek’ kavramına yaklaşım.

‘Görme, fark etme, karınca ezilmeye mahkûmsa sen ne yapabilirsin’ nasihatini veren Sumru Yavrucuk ve onca parasızlıklarına karşın oğluna AVM’den giysi almayı beceren Zuhal Gencer Erkaya’nın anne rollerini üstlendiği filmde, babaların kötülüğüne karşın annelerin gayet munis ve özverili olması toplumumuzdaki erkek tiplemesiyle birebir uyuşmakta.

Gerçi  çocukların kusurlarını veya övünülecek yönlerini, milyonlarcasının arasından kopup gelen ve yumurtayı dölleyen spermden dolayı erkeğe mal edip ‘Kötüysem de bu senin eserin’ diyerek filmdeki gibi sırf babayı suçlamak mümkün olmasa da doğumdan sonraki aşamalarda yaşanan olumsuzlukların çoğundan erkekler sorumlu.

Sonuçta; Gürkan Uygun’u da kötü baba olarak karşımıza çıkartan ‘Tamam Mıyız’, engellerin aşımı ve ötekileştirme konusunda tatminkâr bir öykü olamasa da,Çağan Irmak tarzına uygun iyimserlikte güzel bir izlence.

 
Anibal GÜLEROĞLU

www.sinematur.com