Biraz geçmişe gideyim…
Çocukluk günlerime…
Paranın pulun önemi olmadığı o masum günlere…
Hatıramda dolunay…
Hiç de öyle gerilimli falan değil günlerim..
İlkokul çağlarındaydım…
Gezici Kütüphaneler vardı…
Kimsenin parası pulu yoktu ama  çok güzel bir dayanışma vardı…
Kütüphane bir otobüstü.
Mavi masmavi eski bir otobüs…
İçinde raflar ve raflar dolusu her cinsten kitap…
Şoför haricinde bir de kütüphane görevlisi vardı.
Öyle kimlik istemek falan yok…
Ders arasında, teneffüslerde kütüphaneye koşardık.
Ailelerimizin bize kitap alma gücü yoktu.
Hikaye kitaplarını, romanları  bu mavi kütüphanede tanıdık biz…
Sınıfımızın adını, okul numaramızı verir, karşılığında bir kitap alırdık.
Bir hafta içinde okur, o kitabı haftası gelince memura teslim eder, yeni bir kitap daha alırdık.
Okumak için can atan yoksul ama yürekli bir kuşaktık.
Yani böyle acımasızca dayatmalar falan yoktu.
Bu bizim içimizden gelirdi.
Ödevlerimizi yapmak için şehir kütüphanelerine gider, araştırır, sessizliğe saygı duyar, ödevlerimizi kütüphane kapanma saatinden önce yetiştirirdik…
Okuma yazma bilmeyen kadınlar da vardı.
Halkevleri vardı o zamanlar.
Kadınlar için gönüllü çalışan devrimci ablalar, ağabeyler vardı.
Çocuklara okumayı öğretiyordu onlar.
Annem bazen katıla katıla anlatırdı sınıfta olanları.
Bebeğini emzirirken, kara tahtadaki hecelere öylesine dalmıştı ki Makbule abla.
Bebeğini kucağından neredeyse düşürecekmiş.
R harflerini söyleyemezmiş Makbule abla.
“N,O, Ö,P, RRRRRRRR” diye söylermiş de bütün sınıf gülermiş ona…
Sonra ne mi oldu?
Büyüdük.
Mavi Kütüphanemiz kayboldu… Nerededir şimdi kim bilir?
Milli kütüphanelerimize uğranmaz oldu.
Halkevlerimiz birer birer kapandı.
Devrimci ablalarımız ağabeylerimiz ya asıldı, ya yıllarca hapis yattı, ya vatandaşlıktan çıkarıldı.
Çoğu yurtdışında ömür sürdü.
Biz kalanlar farkında olmadan büyüyerek bittik…
Bilmiyorum ki dolunay hala devam ediyor mu?
 
Seray DEREN