Ankara’dayız. Kuzenin diş tedavisi için randevusu var, O’na eşlik ediyorum.  Yollar kapalı, trafik berbat. Ama daha vakit var…
“Daha saat erken… Nasıl olsa yetişiriz.. Gel bir yerde oturalım biraz” dedi… Oturduk… Birer çay ve yanına bir şeyler söyledi Ferah. Gönlü bol, halamın kopyası… Adı gibi Ferah. Ferahlatmak için yaratılmış… Kafede tüm masalar doluydu, birisi boştu… Lafa daldık. Dışarıda yağmur başladı. Ferah beni dinliyor ama kafası başka yerde… Müsaade istedi kalktı. Başı sıkı sıkı kapalı bir kadın, masanın birine bebeğini uzatmış, bebeğin üzerindekileri  değiştiriyor. Islanmış yavrucuk. Yanında ise; üç yaşlarında bir erkek çocuk var. Annesinden bir şeyler  istiyor.  Ferah; çocuğun elinden tuttu, tüm vitrinleri gezdirdi, O ne istiyorsa aldı, bir de içecek bir şey… Çoğunu yiyemezdi çocuk, bizim kız paket yaptırdı, annesinin yanına götürdü çocuğu…  Anne; belli ki küçük. Daha 17,  bilemedin 18 yaşlarında bir küçük kadındı. Biri üç yaşlarında erkek çocuk, diğeri; iki-üç aylık kadar olan  bebeğiyle yağmurdan kaçıp, pastaneye sığınmıştı… Bizim Ferah beni dinlerken; onları farketmiş ve dayanamayıp, çocuğun pastaneden istediği her şeyi almış, çocuğu mutlu etmişti…  Yanıma geldi.
Gözlerim dolu doluydu. Ferah’ın bu hareketi beni çok duygulandırdı. “Aferin sana kuzum. Aferin.” Dedim. “Ya sorma Seray, şu pastanecilere bahşiş bırakmayacağım, ne olurdu yani bişey verselerdi bak annesine gidip sordum, niye ağlıyor, alsana bişey dedim, “abla param yok, yağmurdan kaçtım buraya sığındım” dedi, şuradakilerin hiç birinin umurunda değil, herkes bulunduğu mekanda, etrafına şöyle bir baksa, ihtiyacı olan birine destek olsa,  bir çocuğu sevindirse ne güzel olur…” dedi. Öyle çok haklıydı ki. Keşke diyebildim. Sonra düşündüm, herkesin durumu iyi mi? Herkes düşünse bile destek olabilir mi? Ferah’ın hassasiyetine şapka çıkardım… O’nu bi kez daha sevdim.  Saatimiz yaklaştı, kalktık masadan, O, dediğini yaptı. Bahşiş bırakırdı her zaman. Bu defa bırakmadı.  Çocuk mutlu mutlu baktı arkamızdan. Çocuk sevindirmek kadar güzel ne olabilir ki? … Ve diş randevusu için hastanedeyiz.
Ferah; tedavi için odaya geçti. Ben sekreteryada bekliyorum. Yaşlı bir amca ve yaşlı bir teyze geldiler. Teyzenin yüzünde güller açmış, sanırsın mutluluktan sarhoş halde.  O bilindik İç Anadolu şivesi ile sekretere:”Yavrııım, hele bizi maaayene ettir! Şükür geldik bulduk burayı, teeSincandanzabalayın çıktık yola yavrıım, çoh zor bulduk burayı, ellamuzağımış!” dedi. İçten içe sevdim teyzeyi… Sekreter kız kendini seriye bağlamış gibiydi. Bir de kibar ki körolasıca. Teyzeye kibarlaşma yav! Ne olur onun gibi konuşsan o an… içten içe bu kibar kıza saydırdım yalan yok…  Kibar sekreter kendini otomatiğe almış sıralıyordu… :“Hanımefendi, maalesef randevusuz alamıyoruz, muayene ücretimiz 25 TL, fakat işlem yapılırsa SGK tarafından karşılanmıyor, ücretinizi kendiniz ödeyeceksiniz!” dedi. O an teyzenin yüzü birden düştü. O mutlu mutlu gelen, güler yüzlü teyze bir anda cadıya döndü sanki. Kocasının elinden tuttu: “Yürü herif yürü, gavat bunlar!” dedi….Arkasını döndü söylene söylene bi hışımla çıktı… Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Yüzümü yere eğdim, elimdeki broşürü incelemeye devam ettim. Kibarcık sekreter, telefonda konuşuyordu, duygusuzca az önceki olayları belki bin kere yaşamış, arsızlaşmıştı belli ki…
Tek hemşire, dört ayrı kliniğe koşturup duruyordu. Özel hastanelerin, işçi kıyımları da o karedeydi… Ferah’ın tedavisi sürerken, dışarı çıktım biraz. Yağmur sürüyordu. Bir sigara molası verecektim. Güvenlik tepemde bitti. “Sağlık Bakanlığı izin vermiyor, sigara içemezsiniz burada” dedi.  Hak verdim, peki yağmurun altında yolun karşısına geçip içeyim diye düşündüm.  Karşıya geçemedim, trafik canavarları hızla üzerime su püskürtüyordu. 
Bekledikçe insanları izlemeye devam ediyordum. Güvenlik görevlisi bir bayan takıldı sohbetime, oradan buradan konuşuyoruz… “Bıktım Ankara’nın soğuklarından, abla bitmiyor kış, gelmiyor yaz. Biz de Antalya’ya yerleşeceğiz. İş bulmak da sorun oldu artık, Ankara’da iş yok.” Diyordu… “Antalya’da 4bin esnaf dükkan kapattı.  Turizm bitti, tarım bitti, Antalya‘da da iş yok ki! İyi düşünün” dedim.  “Abla haklısın da, burada benim çalıştığım zaten kiraya, çocuk bakıcısına doğalgaza gidiyor, oraya taşınırsak en azından kirası ucuz bir yerde oturur, doğalgaz parası ödemeyiz, çalışmam çocuğuma kendim bakarım, günde 10 saat ayaktayım, zor iş güvenlik görevlisi olmak, inan eve gidince ayaklarımın altı zonkluyor, bize bu özel hastanede muayene bile yapmıyorlar, izin alıp sigortaya bile gidemiyorum!” dedi. “Haklısın hayat senin, nasıl rahat edeceksen öyle yaşa” dedim…
Ferah’ın tedavisi bitmişti, eve dönecektik. Kaçak sarayın etrafını dolanarak, ulaşacağız.  Yolumuzu kapatmışlar uzaklara gidip, bir yerlerden geri döndük…  Kaçak Sarayın etrafı polis ablukasında…1,5 saat süren trafikle cebelleşme sonucu eve ulaşabildik.  Twitterda aynı gün; Fuat Avni; Saraydaki zatın hastalandığını ve bunun gizlendiğini yazıyordu. Sahiden de yollar bunun  için mi kapatılmıştı? Ambulanslar bu  yüzden mi oradaydı? Bilemedik.
Özetle;  Hayal ürünü değil gerçek hayatlar bunlar ve  bu yazıda  geçen hayatlara geçmiş olsun.
Seray DEREN- Hür Kalem