Televizyon izleyicisinin polisiye dizilerine merakı malum. Aynı merak, elle tutulur sinema polisiyeleri için de geçerli. Gerilim izleme tutkusunda kahramanlaştırılan polislere gerçek hayattaki yaklaşımsa, kurmacalardaki kadar ilgili değil. Ancak eli palalı saldırgana su tabancalı gence olduğu gibi müdahale edilmediği gibi nedenlerden dolayı ne kadar kızılsa, tepki gösterilse de neticede onlar da, iyisiyle kötüsüyle insan. Hem de güvenliği sağlamakla duygular arasında sıkışıp kalmanın ikilemini, sorumluluğunu yaşayan türden insan.
Peki, sokaklardaki polislerin bu halkın içinden gelip halktan soyutlanmak durumu meydandayken… ‘Umarım polisin de insan gibi yaşamaya hakkı olduğunun farkına varılır’ diye yazıp intihar eden 37 yaşındaki polis memuru örneğindeki gibi şartlara, canına kıyarak tepki gösterenler içimizi acıtırken… Vatandaşla ve suçluyla doğrudan yüz yüze gelmeyip, sadece sesleriyle varlık göstererek olaylara müdahil olan güvenlik birimlerindeki operatörlerin cephesinde vaziyet ne?

Kaçınız düşündü kanunun eli olarak görülen ve orantısız güçten dolayı suçlanan polislere ihtiyaç duyulduğunda akla gelen ‘ACİL ARAMA’ yardım merkezlerinin ne denli zorlayıcı şartlara sahip olduğunu? Ya da gerçekten fazlasıyla acil olan bir çağrının onlarda yarattığı etkiyi?

Polisin görev yerine intikalini ekranlarımızda boy gösteren dizilere göre değerlendirirsek, asayişin ‘son ütücüsü’nden konuya dalış yapıldığından, yani Polis İmdat birimindeki operatörleri kimse dizileştirme ihtiyacı hissetmediğinden, izleyiciye yansıtılan şube atmosferi de gayet rahat ve hatta kahramanlıklarıyla imrenilecek bir çalışma ortamı olarak durmakta.

Ancak vizyondaki ‘ACİL ARAMA/The Call’ isimli yapımda yansıtılan ve bizdeki 155 Polis İmdat’a karşılık gelen, 911 Amerikan Ulusal Acil Yardım numarası arandığında zamanla yarışarak ihtiyaç sahibinin imdadına yetişecek birimleri yönlendirenlerin çalışma düzenini izlerseniz eminim bir parça düşünmeye başlarsınız.

***
Karısının NPR’dan (National Public Radio) dinlediği haberden etkilenerek ‘Acil Arama’ senaryosunu oluşturmaya karar veren senaristRichard D’Ovidio, bu birime karşı ilgisizliği fark edip bu hatayı kırmak üzere yola çıkmış. Hikâyesinde, gerçekçiliği ve inandırıcılığı sağlamak için de bir süre Acil Arama Merkezi’ndeki operatörlerin çalışma biçimlerini, onların arasına karışarak izlemiş.

Bu özenli sürecin sonunda, ‘Monster's Ball’ adli filmdeki rolü ile En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar Ödülü kazanıp bunu başaran ilk Afrika asıllı oyuncu unvanına sahip olan, Halle Berry'nin başrolündeki ‘Acil Arama’ ortaya çıkmış.
‘Cesuruz, dürüstüz. Nasıl biri bu özellikleri taşıyan polislerle çıkmak istemez’ söylemiyle polislerden uzak durmaya çalışan bayanlara taş atarak mesleğin özelhayata yansıyan zorluklarını aktarmaya geçen yapım, türünde ilk olmanın ötesinde iyi işlenmiş bir gerilim.

‘Bir sorununuz varsa 911’i arayın’ diyerek bu birimdeki operatörlerin özverisini dillendiren ‘Acil Arama’ yoğun telefon trafiğinde arayanı sakinleştirme, yerini ve kimliğini tespit etme, olayı ilgili birimlere aktarma gibi görevleri yerine getiren gizli kahramanların dünyasına uzattığı kamerasını, işinin ehli Jordan’a zoomluyor.
Günlük rutinine kaptırmış vazifesini yaparken küçük bir kızın yardım çağrısı, bu meslekte asla kimseye söz verme ve kendini arayanın olayına kaptırma, kuralının bilincindeki Jordan’ı altüst ediyor.

Basit bir hata yüzünden küçük kızın sapık saldırgana kurban gidişine canlı canlı tanıklık eden Jordan, içine düştüğü suçluluk duygusuyla cebelleşirken, ‘Kaçırıldım, lütfen beni kurtarın!’ diyen başka bir yardım çağrısı ile mesleğe geri dönmek zorunda kalınca geçmişin korkularından kaçılamayacağını da bir anlamda öğreniyor.

***
‘Polisliğin en zor yanı, birinin hayatta kalıp kalmamasının sana bağlı olmasıdır. Bunu kaldıramıyorsan ayrılma vakti gelmiştir’ diyerek suçluların ve mağdurların dünyasında kendi benliğini yitiren polisleri işaret eden yapımda konu kadar iyi olan diğer özellik, oyuncuların normal görünüşlü gizli sapıkla yaratılan gerilim öyküsünün hakkını vermesi!

‘Acil Arama’ operatörünün temposunu ve ruhsal durumunu gerçek anlamda özümseyen Halle Berry’nin performansı, sürekli suç ve suçlu takibi yapan inanların durumunu anlamak için yeter de artar bile.
‘Fringe’, ‘Supernatural’, ‘The Bridge’ gibi sevilen dizilerde de rol alan Michael Eklund,  tarafından başarıyla canlandırılan ruh sağlığı bozuk Michael Foster karakterinin geçmişin izini sürmesiyle yaşattığı kaliteli müzik destekli gerilimde, mağduru oynayan ve gerçekten bagajda kapalı kalan Abigail Breslin de Halle Berry kadar dikkat çekici.

***
Vatandaş sorumluluğu konusunda ölçüyü kaçırmamak ve kahramanlığa soyunup polisçilik oynamamak gerektiğini vurgulayan ‘Acil Arama’, öte yandan polisleri devre dışında bırakan finali ve operatörün kurbanı taktiklerle yönlendirdiği takip sürecinde kendi kahramanını yaratmakta. Bu ise polisin hep bir adım geriden geldiğinin ispatı!
Her manyaklığın altında yatan bir sebep vardır mantığıyla bakıldığında Michael karakterini de masumlaştırıp mağdur konumuna düşüren ‘Acil Arama’, akan kurgusu ve gerçekçi gerilimiyle kolay izlenebilen, izlerken de acaba bizim ‘Polis İmdat’ biriminin temposu da böylesine yoğun ve özverili midir, diye düşündüren bir yapım. Tabi işin bir de çağrılara müdahalenin bu denli organize ve profesyonelce yürütülmesi durumu var.
Seyredilmesini tavsiye edeceğim ‘Acil Arama’nın, polisiye algısını kalıplaştırmaya başlayan dizi sektörümüze bu doğrultuda bir yapım üretmek adına, örnek teşkil edebileceğini de belirteyim. Nasılsa yabancı dizilerden ve filmlerden bolca uyarlama yapılıyor. ‘Acil Arama’ da ele alınmaya değer.


Anibal GÜLEROĞLU

www.televizyongazetesi.com