Hırsların ve menfaatlerin ötesinde insanlığı dil-din-ırk ayrımı yapmaksızın bütünleştiren olgu nedir diye sorulsa, ‘sanat’ cevabı ağır basar kuşkusuz. Zira sanat, insanlığın vazgeçilmez bir parçası olmuş çağlar boyu. Nitekim mağara duvarlarında ilk örneklerini veren resim sanatı, doğadaki seslerin ilkel aletlerle taklit edilmesi şeklinde kendini gösteren müzik sanatı bu alanda en eskileri. Ressamlar, müzisyenler, heykeltıraşlar dünyayı kucaklayan eserleriyle yüceltip güzelleştirmişler insanlığı. Dolayısıyla günümüzde kimileri sanatın içine tükürmeyi, sanattan nem kapıp şeytan işi olarak görmeyi halen sürdürseler bile bu karanlık zihinlere karşı sanat, insanlığın ‘aydınlık yüzü’ her daim.

Hal böyleyken kimi zaman coşturan, kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman huzur veren müzik de bu aydınlık yüzün evrensel dili konumunda. Tarih boyu çeşitli müzik türünde pek çok yetenek çıkmış ortaya ve ölümsüz eserlerle gönüllerde yer etmişler. Nitekim bunlardan biri de, ‘Sir’ unvanlı Elton Hercules John veya doğum adıyla Reginald Kenneth Dwight!


Üç yaşında başladığı piyanodaki müthiş yeteneği ve müzik kulağı sayesinde Kraliyet Akademisi’nde burslu öğrenci olmanın ardından yarattığı müzikle yolunu çizen… Beş kez kazandığı Grammy’nin yanı sıra Akademi, Tony ve Altın Küre ödülleriyle de müzik tarihinde önemli bir yer edinen… Elton John, 1970’lerden günümüze 450 milyondan fazla albüm 110 milyondan fazla single kopyası sattırarak starlaşmış bir sanatçı. Starlığa giden yolda her şeyin tozpembe olmadığını yansıtan ve starların sahne ötesindeki karanlık dünyasına ayna tutan ‘Rocketman’ filmi de bu ölümsüz yeteneğin hayatından bir kesit olarak beyazperdede.


ÇOCUKLUK HÜZNÜNDEN SEVGİSİZ ZİRVEYE…

‘İnsanlar da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse o kadar derin kök salar… Yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe’ demiş Friedrich Nietzche. Nasıl ki, İngiliz pop/rock müzisyeni Elton John’un yükseliş öyküsü de bu doğrultuda bir tablo çizmekte. Filmin içeriğine bakacak olursak…

Dexter Fletcher yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılan ‘Rocketman’ filminde anlatılan bu süreçte ünlü sanatçının çocukluğundan zirveye çıkışı, starlığın doyumsuzluk ve sevgisizlikle buluştuğu noktada kötü alışkanlıkların esiri olup gerek performans gerekse kişilik açısından düşüşe geçişi müzikle harmanlanarak sunuluyor seyirciye.


Şeytani kostümünün içinde hışımla giriş yaptığı grup terapisinden açılışını yapan ‘Rocketman’, alkoliklikten uyuşturucu bağımlılığına, alışveriş düşkünlüğünden öfke kontrolü sorununa, kendi kötü yönleriyle ilgili itirafın ardından müzikal kıvamında başlıyor geçmişini anlatmaya. Böylece ünlü sanatçının çocukluk yıllarına gidiyor seyirci ve görüyor ki, gayet iyi niyetli ve utangaç bir çocuk olan Reginald Kenneth Dwight aile ortamında sıcaklıktan eser yok. Eve seyrek uğrayan ve oğlunu, kendisini istemediği bir evliliğe zorlayan ayak bağı olarak gören bir baba… Giyinip süslenerek sürekli evden uzaklaşma derdindeki havai bir anne… Ve evin tüm sorumluluğunu yüklenmiş bir anneanne. Bu ortamda başının çaresine bakma durumunda kalan çocuk küçük yaştan hüznü tadıyor kuşkusuz. Babasının kendisine sarılması için yanıp tutuşuyor fakat bu arzusunu dile getirdiğinde ‘Duygusal olma’ sertliğiyle karşılaşıyor. Kendisini annesine yakınlaştırmaya yöneldiğinde maalesef sürekli meşgul olan kadından da şefkat göremiyor.


Reginald Kenneth Dwight yani Elton John’a bu süreçte yegâne destek ve ilgi anneannesinden geliyor. Onun müzik kulağının ne denli güçlü olduğunu ve piyano yeteneğini fark eden anneanne çocuğun bu Allah vergisi meziyetini geliştirmesi için ilk adımı atan kişi oluyor. Geçen yıllarla birlikte kendini geliştiren Reginald için starlığa giden yolun başlangıcı, Amerikalı müzisyenin kendini bulmasıyla ilgili tavsiyeleri oluyor. Böylece utangaçlığı bırakıp sanatını konuşturmaya yönelen Reginald, Elton Hercules John ismini kullanmaya başlayarak hem cinsel hem de sanatsal kimliğini yapılandırıyor.


Los Angeles'ta Troubadour Club’da sergilediği ‘Crocodile Rock’ performansıyla starlığın zirvesine çıkan Elton’a müzik kariyerindeki en büyük destek kardeş gibi gördüğü şarkı sözü yazarı Bernie Taupin’den gelirken sevgisizliğin ve ruhsal çöküntünün dibine vurmasına sebep kişi de gençlik heyecanıyla kapıldığı menajeri oluyor. Tabii babanın ikinci eşinden olan çocuklarına gösterdiği sevgiye tanıklık etmesi ve cinsel kimliğini açıkladığında annesinden gelen ‘Gerçek sevgiyi asla bulamayacaksın’ sözü de, zirvedeki Elton John için ağır darbeler!


Nihayetinde gerçek dostun acı söyleyeceğini fark eden ve sevgi açlığıyla dibe vuran insana en büyük yardımın yine kendisinden geleceğini ölümün kıyısından dönerek algılayan starın tedaviyle yeniden hayata dönüşünü yansıtan ‘Rocketman’, sanatçının bugünkü konumunu kısaca özetleyerek koyuyor noktayı. Peki, bu biyografik anlatım seyredeni yeterince tatmin ediyor mu? Elton John’un starlık serüveni ve özel yaşamı bu kadar kısa süreye sığabilir mi?


Açıkçası, ‘Rocketman’de yansıtılanların Elton John gibi dolu dolu mazisi olan bir starı anlatmak için yeterli olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, sanatçının denetiminde hazırlanan senaryoda Elton John’un hayatıyla ilgili pek çok detayın eksikliği de görülmekte. Buna karşılık Taron Egerton performansı şahane. Gayet başarıyla canlandırıyor Elton John karakterini. Ancak onun fırtınalı iç dünyasının star biyografisine has bir ekstralıkta yansıtılamadığı da muhakkak. Daha net ifadeyle, çocukluk sürecindeki duygusal açlığı ve ailevi olumsuzluklardan tutun da zirveye giden yolda karşılaşılan zorluklara, yaşanan her şey özetin de özeti şeklinde verildiğinden kalıcı bir etki yaratamıyor seyircide. Özellikle starlığın yol açtığı olumsuz yaşam biçimi, seks ve uyuşturucu düşkünlüğü evresinin klişelere dayalı bir film öyküsü gibi işlenmiş olması ‘Rocketman’i sıradanlaştırıyor.


‘Hayatımdaki tüm olumsuzluklar sevgisizlikten’
dercesine karşımıza çıkan ‘Rocketman’den geriye kalan ne derseniz… Starlıktaki bunalımlı evrenin ve müziklerin kestirmeden verildiği yapımda ağırlık, çocukluk sürecinden zirveye taşınan ‘hüzün’ duygusunda! Burada da ‘baba’ figürünün öfkeli ve adeta intikamcı kimliği çıkıyor öne… Baba, yoksunluğunu yaşadığı yetenek ve duygu konusunda kendine rakip gibi gördüğü oğlunun meziyetini kıskanıyor büyük ihtimalle. Bundan dolayı da mesafe koyuyor araya… Ki, anne de duyarsızlıkla hüzün yaratma konusunda hemen onun yanı başında yer alıyor çoğunlukla. Biyografik yapımın mesajı da bu noktada çıkıyor ortaya zaten.


Şöyle ki; küçük Regi’nin içine düştüğü boşluk ve Elton kimliğiyle zirveye uzanan sevgisizlik bunalımı, bize, istenmeyen hamileliklerden dolayı mecburen yapılan evliliklerde en büyük zararı doğan çocukların göreceği gerçeğini evire çevire anlatmakta. Belli ki, ne ulaştığı starlıkla ne de müzik yeteneğiyle babasının-annesinin takdirini kazanamayan; sevgi yerine sürekli soğuklukla karşılanan Elton John için hayatındaki en büyük handikap ona hüzünden başka bir şey vermeyen ailesi olmuş. Ancak bu detay da bir hayli karikatürize edilerek aktarılmış seyirciye. Donuk ve kestirme sahneler, annenin ihanetine tanık oluşundaki abartı ve nice yansıma güleriz ağlanacak halimize kıvamında.


Bu arada filmin, küçük Regi’ye ilk desteği veren anneannenin hakkını yediğini de söylemek isterim. Elton John, kendisine starlığın yolunu çizmekte en büyük yardımı yapan bu insanı neden diğerleriyle hemen hemen aynı kefeye koymuş? Dahası, acaba asıl sorun çocukluk hüznünün arkasına saklanıp starlaştığında sevgi eksikliğini abartılarla ve yozlaşmayla gidermeye çalışan Elton John’un karakterinde mi sorusu da takılıyor akla. Starlığında büyük payı bulunan söz yazarını kolayca dışlayabildiğine, kimsenin kendisini sevmediği inancına bakarsak… Neden olmasın! Ayrıca Elton John’un hayatındaki pek çok detayın AIDS’ten ölen arkadaşı Freddie Mercury ile benzerlik gösterdiği de muhakkak. Anne-baba sıcaklığından yoksun, büyükanne ilgisiyle geçirilmiş bir çocukluk… Piyano eğitimi, zirveye oynayan sahne performansı ve eşcinsellik. Yoksa starlığın olmazsa olmazı mı bunlar?


SONUÇTA;
Emile Zola’nın ‘Kabiliyet olmadıkça sanatçı olunamaz; ama çalışmadıkça kabiliyet hiçbir işe yaramaz’ sözüyle paralel bir yükseliş süreci yaşayan… Ve zurnanın zırt dediği yerde sömürülecek bir maden değil de insan olduğunu idrak ederek yeniden doğuşun adımını atıp kötü alışkanlıklarından kurtulmayı seçen Elton John’un müzik efsaneliğine giden yoldaki yaşamında hüzün de var başarı da. Ama tüm sıkıntılarını sahnenin arkasında bırakıp sanatlarını icra etmek zorunda olan starların karanlık dünyasını kendince aydınlatan ‘Rocketman’le varlık bulan bu harmanda yegâne akılda kalıcılık, ‘sanat’ oluyor sonunda!

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal