Popüler kültürün her geçen gün daha etkili olmaya başladığı günümüzde gençler başta olmak üzere insanları televizyon ve sosyal medya üzerinden yönlendirmek daha kolaylaştı. Bu ortamda, iletişim mecralarının reklamcılığı ve dayatmaları sayesinde bir anda hak etmedikleri üne kavuşan kişilerin gerçek kültür ve sanatı öteleyecek performanslar sergilemeleri büyük coşkuyla karşılanırken, sanatı popüler kültür için değil de sanat için icra etmek adına eserler üretenler ve onların yıllarını verdikleri eğitim birikimi de görünmez oldu haliyle.

Nitekim hep aynı öykü tabanına dayalı, hatta dişe dokunur bir öyküsü dahi olmadan yaratılan… İçleri, klişelerle doldurulup birbirinin kopyası denebilecek türden uyarlamacılıkla ortaya çıkartılan… Ve hikâyeden-mantıktan ziyade oyuncuların cezp etme gücü üzerinden prim yapmaya soyunan kurgu sektörü kültür ve sanattaki bu yozlaşmanın baş mimarı durumunda. Öyle ki, popüler kültürü beslemek adına kullandığımız dil bile yoldan çıkartılmakta. Türkçeyi, havalı olmak uğruna, yabancı kelimelerle dolduran zihniyet cümle kalıplarını da laçka etmeyi marifet saymakta… ‘Nasılsın, inşallah’, ‘Hayırdır, sen?’ veya ‘Naber Buro’ gibisinden özentilerle basitçe örnekleyebileceğimiz bu yozlaşma olayında popüler kültür meraklısı izleyiciye, yerleşik dil kurallarını-sanat ve kültürel değerleri ayaklar altına almanın iyi bir şey olduğu fikri aşılanmakta adeta. Günlük yaşama baktığımızda, bu aşılanmanın başarıya ulaştığını da görebiliyoruz zaten.

Öte yandan, yazılı basında da sözcüklerin hatalı kullanıldığı gerçeğinde, Anadolu Ajansı’nın dahi başta basın mensupları olmak üzere herkesin faydalanabileceği ‘Türkçeyi Doğru Kullan’ kitapçığı hazırlamak durumunda kaldığı dilimizi yolundan saptırma olumsuzluğu televizyon dizileriyle sınırlı kalmıyor. Kestirme yazmanın beceri sayıldığı sosyal medyadaki dil de popüler kültür anlayışıyla paralel yol almakta. Oysa eskiden böyle miydi? Dizilerde-filmlerde ne kadar temiz bir dil kullanılırdı… Haber spikerleri, sunucular ne derece düzgün telaffuz ederlerdi kelimeleri… Ve gençlik, özentilerden uzak özünü yaşama fırsatı bulurdu ekranlarda.

Hal böyleyken sofra kültürünü yerle bir eden Smoothie’li beslenme tarzının dayatıldığı, elde hazır kahve bardaklarıyla oradan oraya koşturulan iş ortamlarının matah bir şey gibi sunulduğu, özgürlük adına abuk sabuk konuşmaların yapıldığı, gençleri tek tipleştirerek zenginlik uğruna her şeyi yapmanın mubah olduğu mantığına yönlendiren diziler için ‘Algı yaratıcı yozluklar’ demeyelim de ne diyelim?

Keza ‘sorgulamadan kabullenme’ anlayışını beyinlere yerleştirmede hayli mahir olan sosyal medya ortamları, art niyetlilerin gerçekleri saptırma becerilerini algı operasyonuna dönüştürmekte. Böylece insanlar ekranlardan ve internetten gördüklerine-duyduklarına kolayca inanır hale getirilmekte… Ki, gençlerin okuma alışkanlığını giderek yitirdiklerini düşündüğümüzde ‘gerçeği irdelemeden görünene inanma’ olayının ne denli yaygın ve tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini daha rahat söyleyebiliriz.

Nasıl ki, televizyonun ve teknolojinin etkileşim gücünden kaynaklanan bu olumsuzluğa ‘Örümcek Adam’ın son macerasında da gayet net biçimde değinilmiş.

İNSANLAR ARTIK GÖRDÜĞÜNE İNANIYOR!

1967-1970 tarihleri arasında izleyiciyle buluşan dizi sayesinde çizgi romandan televizyon dünyasına geçiş yapan ‘Örümcek Adam’, 1977’de çekilen ‘The Amazing Spider Man’ isimli televizyon dizisiyle süper kahramanlık maceralarını ve tabii buradan gelişen mesajcılığını kitlelere yaymaya başladı.

Televizyonun dünya çapında erişime sahip görsel ve işitsel gücünü günümüze değin alabildiğine kullanırken beyazperdedeki varlığını da peş peşe gelen serilerle perçinleyen ‘Örümcek Adam’ın, Marvel Sinematik Evreni’ndeki görevi, hâlihazırda ‘Örümcek Adam: Evden Uzakta’ filmiyle seyirciye yansımakta. Bu görev nedir derseniz…
Süper kahramanlık macerasını çeşitli görsel efektlerle güçlendirerek sergilerken, insanlarda yaratılan gerçeklik algısını masaya yatırmak!

Şöyle ki; Bilgisayarın teknolojik gücünden alabildiğine yararlanarak olmazları olduran kurgu dünyasının görsel illüzyonlarla neler yapabileceğini Jake Gyllenhaal tarafından canlandırılan Mysterio ve ekibi aracılığıyla ortaya koyan ‘Örümcek Adam: Evden Uzakta’ filmi, çeşitli sahnelerle ve söylemlerle, görünenin her zaman gerçeği yansıtmayacağı hakikatini vurgulamakta.

Bu süreçte yerleşik-köklü kültürel değerlerin, televizyon ve internet sayesinde öne çıkan popüler kültür merakına yenik düşmekte olduğu yönünde saptamalarda da bulunan senaryo, eski değerlerin gençler için bir şey ifade etmemeye başladığını dillendirmekte adeta… Ki, mevcut televizyon dizilerine bakıldığında da işin bu boyutu rahatça görülebilmekte!
Bilim hocalarının dahi görsel destekli hurafelere inanabileceğini komedi tadında sahnelerle yansıtan yapımda ‘Kültür-sanat-bilim gibi alanlardan uzaklaşan, okumaktan ziyade izlemeye yönelen günümüz insanı bu beyinsel tembellik sonucu televizyondan kendisine sunulan her habere, her olguya hemencecik inanmakta’ denmekte. Özellikle finaldeki sürpriz sahne bu acı gerçeği çok güzel sermiş ortaya.

SÖZÜN ÖZÜ; ‘Örümcek Adam’da TV’nin gücü had safhada! Zira gençlik-okul tadındaki senaryosunun eğlendiriciliğiyle öne çıkıyor görünen ‘Örümcek Adam: Evden Uzakta’ filmi, bu özellikleriyle popüler kültür meraklısı gençlere çekici gelirken aynı zamanda içine düşülen yanılgının da boyutunu işliyor zihinlere.

Dolayısıyla ‘İnsanlar artık gördüğüne inanıyor’ diyerek dünya genelindeki yozlaşmaya dikkat çeken yapımı televizyonun, kurguların ve sosyal medyanın beynimizle oynama gücüne dair mesajcılığına dikkat ederek izlemekte fayda var diyorum. Tabii bunun için izlenilenden gerekli ve doğru dersin çıkartılabilmesi, görünenlerin gerçekliğini sorgulama bilincine erişilmesi şart!

Dilde ve kültürel değerlerde yozlaşmanın yaşanmadığı, algı operasyonlarına yer vermeyen, gerçek sanatın-sanatçının yükselişe geçtiği kurgular temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal