Bugüne kadar kendime yayın yasağı koymuştum. Öyle ya hep hükümet yapacak değildi bu işi, bu defa kendim yapmıştım. Şimdi bu yasağı kaldırma zamanıdır.  “Twitter mıdır ne baş belasıdır!” diyordu cumhurbaşkanı, bak nasıl gerek duyuldu sosyal medyaya… Zaman herşeyin ilacı. Bir musibet bin nasihatten iyi…
O gece; sakin sakin Karadeniz Tur yazımı yazıyordum, ilk bölümünü göndermiştim, sıcağı sıcağına yazıyordum… İkincisini yazdığım halde yayına gönderemedim… Beklesin.  Akşam; biraz twitlere baktım, “Boğazda asker polisin silahını almış” haberini okudum, hemen akabinde Ankara’daki  kuzenler aradı. Seray ne oluyor? Sözde gazeteciyiz ya, her şeyi biliriz diye mi düşündü ne? Ankara’daki  jetlerin seslerini  telefondan duyabiliyordum. Kuzene kendinizi evde en güvenli yere alın, bu bir darbe olabilir dedim…
Sonrasında; gördük canlı canlı izledik sabaha kadar. Gece boyu arayan eş, dost, arkadaşlar paylaştığım haberlerden biliyorlar uyumadık… İlk izlenimim bunun bir kurgu olduğu yönünde oldu. Yalan yok. Fakat; bu nasıl bir kurguydu ki, izledikçe ciğerlerimiz yandı, yüreğimiz dondu! Evet bu kurgu falan değildi. Bu kesinlikle şerefsiz, onursuz, kaypak bir güruhun ülkeme, ülkem evlatlarına karşı giriştiği bir darbeydi…
Dualar ettik, Allah vatana millete zeval vermesin, şehitlerimizin ruhu şad olsun, yaralılarımıza acil şifalar… Uzun bir süre yazmak istemedim. Öyle çok yalan haber, öyle çok provokatif haber vardı ki… Herkes bir şeyler söylüyordu. Hangisine inanacağız, hangi yorumun etkisinde kalacağız, hangisi doğru bilemedik. En iyisi sükût ile beklemekti. Öyle de yaptık.
Muhalif bir yazar olarak; bugüne kadar hükümeti eleştirdiğim gibi, MHP, CHP, HDP’nin de yanlışlarını hep yazıp anlatmaya çalıştım… Muhalif olmak ayrı, gerçekleri yazmak ayrı. İlk kez yapıyorum, ilk kez AKP’yi tebrik ediyorum…  Bu darbe girişiminde; dik duran Gazi Meclis’in milletvekillerini, hükümeti, cumhurbaşkanını ve muhalefet liderlerini kutluyorum. Ama en çok da; sokaklara çıkan, meydanlara doluşan, tanklara kendini siper eden vatan evlatlarını kutluyorum.  Daha çok da darbecilere geçit vermeyen TSK içindeki gerçek vatansever askerimizi kutluyorum. Onlar olmasaydı, eminim çok daha kanlı bir darbe yaşanırdı…
O gün sakın sokağa çıkmayın diyordum. Daha önce bir darbe yaşamıştım, hatırladığım o darbe, bu darbenin yanında solda sıfır kaldı. O ateşler, o silahlar, o vahşet yıllarca hafızalardan silinmeyecek… Çok üzüldüm. Polis de bizim, asker de bizim çocuklarımız… Bu iki grubu karşı karşıya getiren hainler en ağır cezayı alsın. Bize ve geleceğimize, gençlerimize bu gerilimi yaşatanlar en ağır cezayı alsın. Gelelim idam olayına; kesinlikle karşıyım. Hainlere müebbet verilsin, ama idama karşıyım. Geçmişte yanlış verilen idam kararlarını düşününce, kurunun yanında yaşın da yanacağı korkusu ve endişesini taşıyorum. Erdal Eren geliyor aklıma. Nutkum tutuluyor yine…
Gelelim Ohal uygulamasına.  Güneydoğuda uzun zamandır uygulanan bir uygulamaydı… Ülkemizin içinde bulunduğu bu durumda bence gerekliydi. CHP’nin ve HDP’nin evrensel yasaları düşünerek karşı çıkmasını anlıyorum fakat; şu içinde bulunduğumuz durumda kesinlikle gerekli. İşin özü zaten Ohal içinde değil miydik ki? Adı kondu diyelim…  Öte yandan; sokaklara çıkan cihatçıları da gördük. İbda-c’cileri de gördük! Derhal onlar hakkında da gereken işlemler yapılmalı. Bu ülke bunları istemiyor, Türkiye asla bir Arabistan ya da Ortadoğu ülkesi olmayacaktır! Sokağa çıkmayan taban; aklıselim davranıp, bir iç çatışma çıkmasın diye çıkmamıştır bu da böyle biline.  Yoksa sokaklar meydanlar her zaman hepimizindir. AKP’nin sık sık tabanına  birlik mesajı vermesi gerekiyor. Yaptı ama devam etmeli. Dışarısı içerisi düşman kaynıyor, birlik bozulmasın.
Tüm partilerin ilk kez ortak bir bildiri yayınlaması, halkı sükûnete çağırması, olması gereken, yerinde bir davranıştı. Liderler aklıselim olacak ki, ne idüğü belirsiz çıkarcılar ortalığı galeyana getirmesin.
Her yerde selalar(Salat-ı Şerif: Birlik beraberlik çağrısıymış sonradan öğrendim) verildi. Bu nasıl bir organizasyondu ki, şaşırıp kaldığım bir başka konu. Hem şapka çıkardım, hem çok ürküttü beni. Cihat için mi bu hazırlık yapılmıştı? diye de düşünmeden edemedim. Küçüklüğümden beri sela sesi beni ürkütür, ölümü çağrıştırdığı için… Çok derinden etkilenirim ve o günden beri verilen selaların benim üzerimdeki etkisi maalesef olumlu olmadı,  bunu da söylemeden edemeyeceğim. Ölenler ve ölüm beni çok acıtır. Aslında bu ülkede yaşayan; farklı din ve inanışlardan insanlar da var, dinsiz olanlar da var, sela yerine Milli Marşları tercih edebilirdik. Bu da öneri olsun. Bunu dediğim için dinsiz ilan etmeyin, kitabın ortasından konuşuyorum. Farklılıklara tahammül edebilenler,  demokrasi nöbetine daha çok yakışır. Laiklik dedik yıllar yılı… İşte sebebi bu. Sanırım şimdi birbirimizi daha iyi anlayacağız. Her şerde bir hayır olur ya, tam da öyle işte… 
Öte yandan; meğer kadrolar ne çok doluymuş! Feto’yu yıllar yılı anlattık, anlatanlar hapsedildi… Bu haine  niye emekli maaşı veriliyormuş bilemedik? İlla ki bu kalkışmanın mı olması gerekiyordu? Kadroların önceden belli olduğu halde niye bugüne kadar devlette kalıp, maaş aldığını ise insanın aklı almıyor? Bunca işsiz varken; bunca mühendisimiz sokakta kâğıt toplayıcılığı yaparken, Feto yandaşlarının devlette kadrolaşıp, maaş almasını hazmedemiyorum. Madem biliniyordu bu kadrolar, niye bugüne kadar çıkarılmadı, niye o kanun önceden düzenlenmedi? Gerçekten anlamıyorum.
Bizim gidecek başka bir yerimiz yok. Bu vatan hepimizin. Biz bu ülkede doğduk büyüdük, evimiz bildik. Hepimizin evi burası. Evimizi dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumak hepimizin görevi.  Bundan böyle umarım kardeşlik bağlarımız güçlenir de, ocu, şucu, bucu diye bizi bölemezler!  Ohal umarım “Oha” dedirtmez, kısa zamanda biter ve demokrasi gerçek ve tam anlamıyla yerleşir… Birliğimizin daim olması dileğiyle,


Seray DEREN