Uyumsuzluk ve kuralsızlık, toplumsal algılar genelinde pek hoş karşılanmayan kavramlar. Bir yerde bunu yadırgamamak da lazım. Zira toplum düzeni ve insanların huzuru için istenmeyen sonuçlar doğurabilecek olgular. Ancak uyumsuz ve kuralsız olanlardan kaçınırken, kimi yerde bu iki özelliğin geleceğe uzanan gelişimin kapılarını açabileceğini de unutmamak lazım. Yani her‘Uyumsuz’ ve ‘Kuralsız’, toplumları tehlikeye düşürecek, barışı-düzeni bozacak demek değil! Onun için analizi doğru yapmak gerek.
Öte yandan mevcut düzenin yarattığı rutinin kolaycılığı ve rehaveti de, bazılarına göre‘Uyumsuz’ ve ‘Kuralsız’ olanların farklılığını ortadan kaldırmak için gerekçe olabilir.
Misal… Ekranlardaki dizi benzeşmelerine baktığımızda karşımıza çıkan tablo… Mevcut görüntü, hemen hemen tüm yapımların belli bir uyum ve kural çerçevesinde konularını geliştirdikleri yönünde… Ki bu da tam anlamıyla bir tekdüzelik tembelliğinin ürünü! Şimdi birilerinin çıkıp kalıpları kıran farklı mahiyette bir iş yaratarak bu düzene çomak sokması, düzenden beslenenlerin hoşuna gider mi? Gitmez. Hemen reytinginden medya borazanlığına, bilumum taktikler uyumsuz ve kuralsızın önünü kesmek için devreye girer. Farklılık yaratan nice kaliteli dizinin bu şekilde heba edildiğini görmedik mi?
Aynı mantıkla, yönetim gücünü elinde tutup da yeniliklerin kendi pozisyonlarını sarsacağını düşünenlerin her şartta ‘Uyumsuz’ ve ‘Kuralsız’ olandan kaçındıkları da bir gerçek. Nasıl ki, Veronica Roth’un romanlaştırdığı sistematik dünyada bu hakikat, bilim kurgu maceracılığıyla aşama aşama işlenmekte.
 
UYARLAMAN KADAR KONUŞ
Bizde de ufak ufak başlayan kitap uyarlamalarından film yapma merakı beyazperdenin yükselen değerlerine dönüşmekte. Film bolluğunda senaryo sıkıntısına düşen Hollywood için yeni bir şey değil tabii. Ama bu tutkunun hakkı bizde yeterince verilebiliyor mu derseniz… Cevap, beklentimize göre değişiyor.
Sinemacılarımızın hedefi, fazla maliyete girmeden güldürerek işi kotarmak. Polisiye aksiyon veya bilim kurgu gibi türlerde ağırlık koymak zor ne de olsa. O halde romantik komedi kıvamında, işlenmesi ve canlandırması kolay, dahası algılaması basit yapımlara yönelmek, bizim uyarlamacılık algımızda en kestirme çare.
Hoş zaten bizdeki çok satanlar da aynı hafifliği taşıyan işler. Bunun son örneği de Ezgi Mola’yla beyazperdeye çıkan ‘Kocan Kadar Konuş’ filmi… Nasıldı, neydi… Burada değinecek değilim. Ancak istenildiği kadar çaba harcansın veya özel gösterimlerle desteklensin, bu tür kitap uyarlaması filmlerimizin dizi havasından ve mantığından kurtulamadıkları kesin! Anlayacağınız‘Uyarlaman kadar konuş’ durumu sinema kıyasında geçer akçe.
Hollywood cephesindeki roman uyarlamalarına gelince… ‘Alacakaranlık’, ‘Açlık Oyunları’veya ‘Hobbit’ ya da ‘Harry Potter’… Hollywood’un büyük emeklerle ve teknik donanımla yarattığı başarılı uyarlamalar say say bitmez. Kısacası bizdeki gibi iki lak lak, bir şak şak işi olmanın çok ötesinde hepsi de! Veronica Roth’un roman üçlemesi de bu noktada kendi çapında kayda değer bir film uyarlamalarına dönüşmüş durumda. ‘Uyumsuz’un ardından ‘Kuralsız’ da beyazperdedeki yerini aldı. Peki, nasıl bir uyarlama olmuş?
Konu, romantik aşk olunca bunların romandan filme uyarlanması zor bir iş değil. Hatta ‘Coşmuş da coşmuş, kitabını aşmış’ övgüleri bile yapılır haklarında. Ama içeriği kapsamlı ve aksiyonlu olan kitaplarda durum daha farklı. Hem karakterlerin ilişki yumağını hem de olayların akışını bozmadan kısaltarak film süresine sığdırma handikabı var. Bu ise romanı okuyarak filme gidenler için, beraberinde tatminsizlikleri de getirebiliyor. Hele bir de serinin önceki bölümleri izlenmemişse, pat diye ortadan dalmak seyircide büyük boşluk yaratacaktır.
Dolayısıyla vizyondaki ‘Kuralsız’ın kritiğine geçmeden önce serinin ilk filmi olan ‘Uyumsuz’u okumayan ve izlemeyenler için kısa bir açıklama yapmak gerek.
 
‘KURALSIZ’LA, ‘UYUMSUZ’ OLMANIN ÖNEMİNİ KAVRAMAK
‘Uyumsuz’da dünyanın büyük bir savaş yıkımı atlattığını ve dış dünyayla bağlantıyı kesen Kurucuların duvarlar arasında yaşamak durumunda kalan bir grup düzeni getirdiğini görmüştük. Bu tıkır tıkır işleyen düzende kimi fedakâr, kimi bilge, kimi cesur, kimi dost, kimisi de dürüst olmanın vazifesini üstlenmişti. Her grubun özelliğini kendinde toplayan ve ‘Uyumsuz’ olarak adlandırılanlar ise düzen için tehlikeliydi. Bu çerçevede ilerleyen ‘Uyumsuz’da kahramanımız Tris'in, Tobias(Four) ile Cesurlara gerçekleri göstermesinin ardından Bilgelerin yönetim gücünü kaybetmemek için neler yaptıklarını izlemiş, Tris’in anne-babası da dâhil olmak üzere pek çok insanın katledilişine tanıklığıyla doğan acı tabloyla ilk bölüme noktayı koymuştuk.
İşte ikinci bölüm olan ve Naomi Watts ile Daniel Dae Kim’i de kadrosuna dâhil eden  ‘Kuralsız’da tam bu noktadan başlatıyor hikâyesini… Saldırıdan kurtulan Tris ve Tobias, tarımla uğraşarak sürekli iyilik mesajları veren insanların yaşadığı Dostluk grubuna sığınmışlar. Görünürde durum sakin. Ama nereye kadar? Uyumsuzları ve isyankâr Cesurları düzen için tehlikeli gören Başkan’ın, geçmişteki Kurucuların mesajını taşıdığı düşünülen bir kutunun açılması için ‘Uyumsuz’ birine ihtiyaç duymasına kadar! Bilgelikteki güçlerin saldırısında ihanete uğrayıp Dürüstlük grubuna yönelen, oradan da Topluluksuzlarla gelen sürprize şaşıran Tris, Tobias ve diğer kaçakları bu noktadan sonra zorlu bir sınav beklemekte...
‘Barış bir ideal değil vazifedir’ mantığıyla insan katlini sürdürüp Tris’in fedakârlığını ihanet ve yardımlaşmayla buluşturan bu maceracılıkta, olayın özü kâbuslara ve simülasyon sınavlarına dayanıyor. Vicdan azabını rüyalarla işleyen filmde, ütopyaların aslında distopya olduğunu hissettiren ‘Uyumsuz’dan kalan soruların cevapları açığa çıkartılırken aynı zamanda üçüncü bölüm olan ‘Yandaş’ın getireceği bilinmezliklerin de haberciliği yapılıyor.
Kısacası distopya olgusunu daha da geliştiren ‘Kuralsız’ın öykü örgüsü; bir yandan‘Uyumsuz’un açıklarını kapatıp konu detaylarını birleştirmekte, bir yandan da bu bölümdeki boşlukları serinin devamında dolduracağını vaat etmekte. Bu sürecin izleme keyfini artıran detay ise simülasyonlarla yaratılan ve görselliğe hitap eden seri bir aksiyonun varlığı.
Will’i öldürmenin acısını içinden atamayan ve kendisini ‘ölümcül’ görerek fedakarlığa yönelen Tris’in kâbuslarına sıkça tanıklık ettiren filmdeki olayın aşk yönüne gelince… Tıpkı ilk bölümde olduğu gibi burada da yaşananların duygusal girdabına kapılmak pek mümkün olamıyor. Ancak romana baktığımızda orada da aşk yoğunluğundan ziyade, özgürlüğü vurgulayan konuya ve karakterlere ağırlık verilmişti. Bu nedenle Tris ve Four’un sahneleri aşk heveslilerini tatminsiz bıraksa bile, gerçeklerin peşindeki gençlerle yeni bir düzene yelken açan filmin mesajcı özüyle tam uyumlu.
Neticede; Dostluğun ‘bağışlamak’ olduğunu işaret eden… Geleceğin mimarlarının robotlaşan bireyler değil ‘Uyumsuz’lar olacağını her şekilde kafalara işleyen… Ve ütopya gibi gösterilen toplumsal yapılaşmaların arka planında iktidar hırsının ‘kötücül-sahte-çıkarcı’ düzeninden başka bir şey bulunmadığını genç karakterlerin yer aldığı başarılı bir kurguyla ele alan üçlemenin ‘Kuralsız’ uyarlaması, romanı kadar detaylara girip aynı doyumu veremese dahi, izlenmesi gereken yapımlardan.
Bununla birlikte her seçimin de bir fedakârlığı ve bir sonucu var tabii. Tıpkı ‘Kuralsız’ın işaret ettiği gibi… Ve bu seçimlerden zafer de çıkabilir, hayal kırıklığı da. Önemli olan seçim-sonuç dengesinde yapılan fedakârlığa değecek bir şeylerin elde edilebilmesi! Dolayısıyla ‘Uyumsuz’görülerek dışlanan insanların gençlik ateşiyle yola çıkıp finaliyle, duvarların ardındaki dünyaya dair meraklı bir beklenti yaratan ve böylece ‘Yandaş’ın yol haritasını çizen ‘Kuralsız’dan yapılacak çıkarımlar da herkesin mantığına kalmış. Hadi kolay gelsin.
 
Anibal GÜLEROĞLU