Kötüler ve iyiler... Dünyayı şekillendiren kavramlar. Oscar Wilde’ın dediği gibi... ‘İyilikle kötülük, günahla suçsuzluk bu dünyanın içinde el ele yürürler’. Ancak üstünde önemli durulması gereken bir husus var ki o da, kötüler mi daha zararlıdır yoksa kötülüğe sessiz kalan iyi görünümlüler mi?
 
Nitekim bu soruya en net cevap Albert Einstein’dan geliyor... ‘Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden’!
 
Bu sözden de anlaşılacağı üzere iyiler hiçbir şey yapmadıkça daha da cesaretlenip güçlenen ve yaygınlaşan kötülük ne yazık ki insanlığın başındaki en büyük dert. Bu dertle baş etmenin en önemli yolunun, kötülüğe karşı suskun kalmamak olduğu da aşikar. Bazıları ‘kötülüğe iyilikle karşılık verme’ yönünde telkinde bulunsalar dahi vicdanı zayıf olan kötülerle bu yolla mücadele etmek pek mümkün değil maalesef.
 
Özellikle suçsuzları linç etmekten çekinmeyen... Çıkarları uğruna insanları ötekileştirerek kargaşa yaratmayı vazife edinen... Yanlışları düzeltmeye uğraşan hak ve adalet yanlılarını iftiralarla yıpratıp ortadan kaldırmakta sakınca görmeyen karanlık ruhluların baskın olduğu toplumlarda kötülükler karşısındaki ‘suskunluk’ hali doğrudan suçu teşvik oluyor ve suskun kalanları da olayların failine dönüştürüyor.
 
Nasıl ki, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Film ödülüyle dönen Özcan Alper imzalı ‘Karanlık Gece’ de bu gerçekle karşı karşıya bırakıyor bizi. Anlattığı hikaye ve yaptığı saptamalarla ‘‘Karanlık Gece’nin faili, suskunluk’’ dedirten yapım bu açıdan ele alındığında hedefine ulaşabilmiş bir sonuç ortaya koyabiliyor mu peki? Gelin birlikte bakalım.
 
 
 
LİNÇ VE VİCDAN İKİLEMİ ‘KARANLIK GECE’DE!
 
Linç... Nefret suçu... Cadı Avı... Irkçılık... Kısaca ayrımcı zihniyetle, kendinden farklı olanlara yönelik uygulanan yargısız infazlar. Dünyada ve ülkemizde bolca örneği olan ve ön yargılardan temelini alan toplumsal vahşet halleri! Kuşkusuz ‘yargısız infaz’ denilen bu vahşeti besleyen en önemli unsur, cehalet. Nasıl ki; ‘Yargısız infaz cehaletin zirvesidir’ demiş Albert Einstein.
 
Hal böyleyken eğitim seviyesi düşük olan toplumlar linç kültürüne de daha yatkın olabiliyor. Vicdanın kolayca ötelenebildiği ve ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ suskunluğunun yaşam alışkanlığına dönüştüğü böylesi toplumlarda milliyetçilik-din gibi değerli kavramları yozlaştırıp bağnaz zihniyetleri kamufle etmek için kullanmayı vicdanın ve insan haklarının üstünde tutanlar da insanların yaşam biçimlerine müdahaleyi hak sayarak zorbalaşabiliyorlar kolayca.
 
 
 
İşte hikayesinin çıkış noktasını Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamdan ve yaşamsal gerçeklerinden alan ‘Karanlık Gece’ tam da böylesi bir atmosfer yansıtıyor seyircisine. Konuya daha iyi adapte olmak için filmi kısaca özetlersek...
 
Doğaya ve hayvanlara kendi yaşamından daha çok ilgi gösteren orman mühendisi Ali’nin başına gelenler ‘Karanlık Gece’nin çıkış noktası. Yedi yıl önce terk ettiği kasabasına, annesinin hastalığından dolayı, dönmek zorunda olan İshak da, bu çıkış noktasının geçmişten günümüze uzanan sorgulama aracı konumunda. Şöyle ki; Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan ‘Karakulak’ hayvanını bulma hevesiyle atanmak istediği Toros kasabasında gerek kişiliği gerekse çevreci fikirleriyle kasabalıların hedefi haline gelen Ali, nihayetinde karanlık zihniyetli topluluğun lincine uğruyor. Olaya doğrudan dahil olmamkla birlikte duygularının da etkisiyle suskun kalıp faillerin en azılısına dönüşen İshak, yaşanan bu utanç verici durumun ardından çekip gidiyor. Annesinden dolayı geri gelen İshak’ın dönüşü filmin kırılma noktası oluyor. Yedi yıl önce Ali’ye linç gerçekleştiren beş arkadaşıyla ve onları alabildiğine desteklemekten çekinmeyen kasaba sakinleriyle mücadeleye girişen İshak, geçmişin muhasebesini yaparken senaryo da geçmişle günümüzü harmanlayarak yol alıyor. Böylece bir yandan acımasızca linç edilen Ali’yi bir yandan da yaşananlara engel olmayıp suskunluğuyla destek çıkan İshak’ı ve dahi farklılıklara karşı rahatlıkla ölümcül olabilecek taşra figürlerinin azgın-vicdansız profillerini tanıtıyor bizlere.
 
 
 
Filmin içeriğini sinemaya bırakıp verilmek istenen mesajlara ve dikkat çekilen yozlaşmalara gelecek olursak...
 
İlk etapta ‘Karanlık Gece’nin öyküsünün çeşitli örneklerle ele alınan bir yapıya sahip olduğu, fark teşkil etmediği düşünülebilir. Herkesin görüşü kendisine tabii... Kuşkusuz bu filmin yapısı başka işlerle benzerlik gösteriyordur. Ancak burada gerek hikaye anlatımıyla gerekse karakterlerle bir farklılık yaratıldığı da ortada. Öte yandan mekan görselliğiyle desteklenen mesajcılığı da gayet başarılı. Dolayısıyla filmi klişe gibi görmek doğru olmayacaktır.
 
‘Karanlık Gece’nin söylemek istediklerine gelince... Topluca hapse girme kaygısını ‘Başka işler var bu işin içinde. Bizim boyumuzu aşan işler’ şeklindeki gözdağıyla buluşturarak İshak’ı durdurmaya çalışan taşralı zihniyeti filmin ana hedefi!
 
‘Şeymişsin...’ denilen orman mühendisi Ali’nin kimliğini vurgulayarak toplumdaki linç olayının bileşenlerine dikkat çeken yapımın bir diğer özelliği içerikteki karakterlerin ve yaşananların gerçek hayatta bir karşılığının olması. Yani burada görülenler sadece kurgusal olmakla kalmayıp hayatın kendisine dönüşmüş şeyler. Bu da filmde yaşananların içselleştirilmesini daha kolaylaştırıyor. Hele de linç kültürünün farklılıkları kabullenmek istemeyen kırsalda daha rahat ve yaygın uygulama alanı bulduğu düşünülürse bu gerçeğin etkisi iyice netleşmekte.
 
 
 
İshak karakterinin linç suçuna karşı suskunluğunu, yedi yıl aranın ardından gelen, vicdani hesaplaşmayla buluşturan yapım bu süreçte yaşamın içindeki nice faili meçhulleri de sorgulatıyor alt metinde. İshak’ı da ipi kesen ellerin karanlığına teslim eden senaryo, yağan karla tüm kötülüklerin üstünü örtüp kendilerini aklamaya çalışanlara taşlarını atarken sessiz kalarak onlara destek olanlara da ‘Suskun kaldığınız kötülük her an başınız agelebilir’ mesajı yolluyor adeta. Tabii anlayana!
 
 
 
Ali’nin kasabadaki tek arkadaşıyken onun Sultan’la yakınlaşmasına dayanamayıp kıskançlık krizine girerek kasabanın namus bekçilerinden birine dönüşen, Berkay Ateş’in canlandırdığı, İshak karakterinin en güçlü koz olduğu filmde en çarpıcı mesaja gelince... ‘Yok’ olanın aranması! Bu yoklukta adalet var, hayvan-doğa hassasiyeti var, ahlaksızlık var, vicdansızlık var, acımasızlık var... Kısaca kişileri ve toplumu örseleyen her şey var. Ama toplumu toplum yapan değerler yok. Mesela kapanları bozarak kasabalılara kafa tutan Ali, karşısındakilere ‘Kanun var’ derken pratikte yok olan birşeyin peşine takılıp ona güvenmiş oluyor. Keza İshak da görsellikleriyle içeriği güçlendiren dağlardaki obruklarda Ali’yi ararken aynı yokluk arayışında. Nice ‘yok’lar aranıp da bulunamıyor ki bu topraklarda!
 
 
 
Geçmişle günümüz arasında hızlı geçişler yaparken öykünün gücünü bir nebze azaltan yapımdaki ana mesaja gelince... İnsanımızın unutmaya dayalı yaşaması! İshak’ın suskun kaldığı bir linç karşısında neden yedi yıl boyunca vicdan muhasebesi yapmadığı, adalet arayışına girmediği detayı bizi boşverme kolaycılığına götürmekte nitekim. İnsanların kolayca dışlanabildiği bu topraklardan çekip giden ve müzik yaparak geçmişe sünger çeken İshak, annesi için dönmese ve onca yıla rağmen halen oğlunu arayan Ali’nin babasını görmese yine aynen devam edecekti hayatına elbette. Bu da bize gösteriyor ki, ne kadar kötü olay yaşanırsa yaşansın ona seyirci kalanlar vicdan-pişmanlık-suçluluk gibi duyguları umursamadan yollarına devam edebilirler... Ta ki, kendilerini motive edecek bir şey karşılarına çıkana dek! Sayısız benzeri olayın yaşandığı toplumun içinde de durum bu değil mi zaten? Kısa süreli gündem olmanın ardından unutulup gitmiyor mu kötülüğe kurban edilenler? Üç beş tepki sonrası kaldığı yerden devam etmiyor mu herşey?
 
 
 
Yanı sıra tek kişinin gözü dönmüş bir kitleye karşı koymasının zorluğunu da düşünmek gerek bu süreçte. İshak, bir başına durdurabilir miydi eli sopalı azgınları? Hele de yetkililerin tarafı belliyken! Böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değil kuşkusuz. Linç mantığındakileri durdurmak ancak güçlü yasalar ve uygulayıcılar tarafından gerçekleştirilir. Bir de toplumsal birliktelikle! Anlayacağınız İshak’ın vicdan azabı da nafile.
 
 
 
SONUÇTA; ‘Karanlık Gece’, linç ve vicdan ikilemi üstünden ilerleyen bir toplumsal muhasebe... Ve kendimize ayna tutmamızı hedefleyen bu derinlikli muhasebe özünde çok şey barındırmakta.
 
Namuslu görünen namussuzlar... Milliyetçi-muhafazakar sıfatıyla ortalıkta gezinirken ülkenin ve toplumun değerlerine en çok zararı verenler... Kendilerinden farklı gördüklerini linç etmeyi marifet sayanlar... Tüm kötülüklerin üstünü kapatıp sütten çıkmış ak kaşık edasıyla yaşamayı sürdürenler... Cümlesinin yansıması, her konumdaki insanın ortak suç karşısında kenetlenerek kötülüğü görünmez kılmaya çalıştığı ‘Karanlık Gece’de mevcut.
 
Adaletin ağırlığını koyamadığı yerlerde adalete ulaşmanın zorluğunu vurgulayan ve ülkenin içine düşeceği karanlığın en küçük birimlerden başlayacağına dikkat çeken filmle ilgili yazımızı noktalarken son söz Özdemir Asaf’tan gelsin... ‘Bir ülke karanlıktır, bir sokağı sönükse’!
 
Anibal GÜLEROĞLU