Bir süredir gerek festival, gerek konum değişikliği, gerekse sitemin kuruluş çalışmaları yüzünden EKRAN ARISI eleştirilerimi sürdürememiştim. ‘Kötü komşu insanı mal sahibi eder’ derler ya bizimki de o hesap. Kendi kovanımızı kendimiz yarattık ve ağzımızdan ‘bal’ damlatmak amacıyla, çiçeklere konmak üzere havalandık. İlk durağımız, son günlerde yeniden polemik ve reklam malzemesi yapılan ‘Muhteşem Yüzyıl’!
Bu noktada, söze başlamadan ‘Muhteşem Yüzyıl’ın gerçek muhteşemi, acil şifalar dilediğim Meral Okay Hanımefendi’yi cesaret ve kararlılığından dolayı kutlamak istiyorum. Kolay değil onca cehalete karşı durup, çizdiği doğrultuda yürümek… Kişileri putlaştıranlara yağ çekip şirin görünme gailesine kapılmadan, tepkilerden korkup çark etmeden cesurca mizansen kurabilmek! ‘Muhteşem Yüzyıl’, daha doğrusu Meral Okay bunu başardı işte! Kahramanların da insan olduğunu ve insani yönlerinin yaptıkları işlerle karıştırılmaması gerektiğini tokat gibi vurdu. Tebrikler…

Ruhlar intikam alsaydı Atatürk’ün gazabı fena olurdu!
Aklı evvel çoktur bu dünyada. Üretme yeteneğinden yoksun olanlar baltalamayı görev edinir fani hayatlarında. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın lanetlendiğini ve kadrosunun başına gelmedik kalmadığını beyan edenler gibi! Bunlar vasıtasıyla ölümün, kırık-çıkığın, kanserin müsebbibinin Kanuni Sultan Süleyman’ın laneti olduğu safsatası yayılır ortalığa. Sonra gelsin tartışmalar…
Neymiş efendim, senarist Meral Okay akciğer kanseri olmuş! Sigaranın ve hava kirliliğinin mevcudiyetinde çok mu abes? Hem Okay kadar değerli bir başka Hanımefendi Tomris Giritlioğlu da aynı dertten muzdarip. Yoksa o da mı Kanuni’nin lanetinden nasiplendi? Okan Yalabık, attan düşmüş! Breh breh… Saygıdeğer Başbakanımız da attan düşmemiş miydi? Halit Ergenç, kılıç dersinde ayağını kırmış. Araştırmak lazım, eskrim veya bir başka sporun öğrenim aşamasında benzeri kaç kaza yaşanmakta… Hasan Küsmüş, bir binanın dış cephesindeki mermerin düşmesi sonucu rahmetli olmuş. İstiklal Caddesi’nde talihsiz bir genç kızımızın tepesine inen cama ve bunun gibi nice olaylara ne hikmet buyurursunuz? İnsaf! Hangi mantığa, vicdana sığar ölüm-hastalık olgularına sevinip bunlarla reklam yapmak? Öncelikle, her inançta günahtır böylesi bir aymazlık. Sonrasında, insan olmanın gereklerine ve ahlaka aykırıdır. Silkinip gelin kendinize. Ruhların laneti olsaydı, eminim intikam alacak ilk ruh, gelinen noktada harcadığı tüm emeklerin boşa gittiğini gören, ATATÜRK olurdu! Bunu da sakın unutmayın!

Malkoçoğlu da hedefler arasında…
Sırası gelmişken Malkoçoğlu karakterine takılanlara da bir çift sözüm var. Burak Özçivit’ten ‘Malkoçoğlu’ olur muymuş? Niye olmasın? ‘Koç’ gibi de olmuş işte! Vaktiyle Cüneyt Arkın, günün piyasa şartlarına göre öyle yorumlamış… Burak Özçivit de böyle. Bol keseden ahkâm kesen efendiler… O günlerde yaşadınız da mı biliyorsunuz kimin nasıl davranışlar içinde olduğunu? Kanuni de, Malkoçoğlu da erkek değil miydi? Saraydaki Harem Dairesi ne için mevcuttu? El cevap: Kem… Küm… Hem baksanıza Himalayalar’daki içe kapanık ülke Butan’ın kralı bile düğününde karısını halkın önünde dudağından öpmüş!

Dünyanın hiçbir yerinde yok…
Bunu diyecek kadar iddialı değilim. Çünkü bütün âlemi gezmiş görmüşlüğüm yoktur. Ama en azında şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bizdeki kadar tarihinin zedeleneceği kaygısıyla boş konulara takılıp bir kaşık suda fırtına kopartan bir başka Avrupa ülkesi bulmak çok zordur! Tarih denilen şey, dönemin hükümranlarının gözetiminde, kimi zaman olaylar değiştirilerek, kimi zaman abartılarak ya da kırpılarak yazılan belgelerden ibarettir. Bu sözümden sakın, tarihimizi ve tarihi kişiliklerimizi küçümsediğim sanılmasın. Benim vurgulamaya çalıştığım nokta, bir ülke için asıl önemli olanın içinde bulunulan mevcut durum olduğudur. Tarihte istenildiği kadar kahramanlıklar yaşanmış, topraklar fethedilmiş olunsun eğer bugün ekonomik ve siyasi bağlamda birilerinin iki dudağı arasından çıkacak laflara tabi hale gelinmişse ne fayda! Hani, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları? Atatürk olmasa bugünkü sınırlar da olmayacaktı ya neyse… Bu arada ilk kapitülasyonların 1352’de Cenevizlilere verilmesinin ardından 1535'te de Fransızlara Kanuni tarafından verildiğini hatırlatmak isterim. Tabii, saltanatın timsali olan ‘lale’ soğanının Avrupa’ya yayılmasının sebebinin de Kanuni olduğunu unutmayalım. Kısacası, kimse kusursuz değildir!
Sorgulamayı ve düşünmeyi varlıklarına zararlı görenler için adettendir, ses getireceği ya da sivrileceği kestirilen bir projeye daha yola çıkmadan eleştiride bulunmak; içeriğinden bihaberken bilinçsizce ve körü körüne kışkırtıcılık yapmak! Tabii bunun için de ilk hedef, kitleleri galeyana getirmektir. Arkasından gelsin yasaklar, cezalar… Olmadı, yok etmek! Bu yolla hem düşünen beyinler sindirilir hem de medyada yer edinilir. Yürüyün aslanlar, kim tutar sizi…
‘Milli ve dini duygular üstünden oynayıp bunları alet etmek, Atatürk’le birlikte ortadan kalktı’ öğretisiyle büyümüştük. Ama gördük ki kalkmamış. Şimdi diziler de bu sefilliğin sergilenmesine aracı edilmekte. Yazık!


Anibal Güleroğlu