İZ TV

23 Ocak Pazartesi 23.00

Yakın Tarih: Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam

15 Ocak’ta 110 yaşında olan Nazım Hikmet’in olağanüstü yaşamı Rüzgâra karşı yürüyen adam

NAZIM ALPMAN

Türk dilinin en büyük şairi kabul edilen Nazım Hikmet 15 Ocak 1902’de Selanik’te dünyaya geldiğinde, dedesi Mehmet Nazım Paşa bu kentin Valisi olarak görev yapıyordu. Vali Paşa bir şairdi. Torunu da onun uzağına düşmedi. İlk şiirini onun etkisinde Halep’te yazdı.

Nazım Hikmet, Galatasaray Sultanisi, Nişantaşı Numune Mektebi’ndeki öğreniminden sonra Heybeliada Bahriye Mektebi’nde okudu. Hamidiye okul gemisinde güverte subayı olarak görev yaparken, 1920’de sağlık nedeniyle okuldan ayrıldı.

1921’de işgal altındaki İstanbul’dan ayrılarak Vâlâ Nurettin ile Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek için Anadolu’ya geçti. Bolu’da öğretmenlik yaptı. Bir süre sonra Trabzon, Batum üzerinden Moskova’ya geçti. Burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi KUTV’da siyasal bilgiler ve iktisat okudu. İstanbul’da tanıyıp beğendiği Nüzhet Hanımla Moskova’da evlendiğinde mutlu bir yuva kurduğunu zannediyordu. Nazım-Nüzhet çiftinin küçük evlerinde eğlenceli bir hayat hüküm sürüyordu. Konukları eksik değildi. Sadrettin Celal (Anter), Sakallı Celal (Yalnız), Vedat Nedim (Tör) ile her gece Türkiye’nin sosyalist geleceği üzerine derin sohbetleri sabahlara kadar sürüyordu. Ancak Nüzhet Hanım’ın babası kızının emri vaki evliğinden hiç de hoşnut değildi. Muhittin Bey kızına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

“Kızım aklını başına al. Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçlarıyla bile berber tarağına isyan etmiş bir adamla, senin gibi muhnis ve uysal bir kız geçinemez…” 

Bu koşullarda böylesi bir evlilik uzun sürmezdi, zaten sürmedi. Bir yıl içinde ayrıldılar. 1924’te yurda döndüğünde Moskova’da görüp öğrendiklerini uygulamak fikriyatıyla yanıp tutuşuyordu. Türkiye Sosyalist İşçi Köylü Partisi’nin yayın organı Aydınlık’ta yazdığı şiirleri ve yazılarıyla büyük beğeni kazandı. Nazım’ı savcılar da okuyorlardı, yazıları yüzünden hakkında soruşturmalar başlamıştı.

Nazım’ın İstanbul macerası sadece 9 ay sürdü. Yeniden Moskova’ya döndü. KUTV’da dersler vermeye başladı. Kendisini Mayakovski ile tanıştıran Lyolya (Lena) ile 1926’da evlendi. Ne var ki bu evlilik de iki yıl sürecekti. 1928’de Türkiye Komünist Partisi’nin kongresi toplanacaktı. Nazım’ın da bu kongrede bulunması gerekiyordu. Çünkü Merkez Komitesi’ne aday gösterilmişti. Böylesi yüce bir görev söz konusu olduğunda aşkın, evliliğin sözü mü olurdu?

Kendisi gibi TKP Merkez Komite adayı İsmail Bilen’le gizlice yurda dönerlerken Batum’da yakalanıp tutuklandılar. Batum, Rize, İstanbul ve Ankara’da süren dört aylık tutukluluktan sonra serbest bırakıldılar.

Nazım için zorlu hayat yolu artık hep bu güzergâhta ilerleyecekti. 1931 ve 1933 yıllarında aldığı mahkûmiyetler Cumhuriyet’in 10. Yılı münasebetiyle çıkartılan af kanunu ile ortadan kalkıyordu.

Ama arkası gelecekti… 1938’de Deniz Harp Okulu öğrencilerinin dolaplarında bulunan Nazım Hikmet kitapları için Türkiye Cumhuriyeti ona uygun suç kanıtını yaratmakta gecikmedi: Orduyu isyana teşvik!

Nazım için ek suç dosyaları da oluşturuldu ve toplam 28 yıl 4 ay ağır hapse mahkûm edilerek cezaevine konuldu. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa Cezaevleri onun meskeni oldu.

Nazım Hikmet cezaevine girmeden önce düzenli bir hayat oluşturmaya adım atmıştı. Parti içi siyasi görüş ayrılıkları, Nazım’ı örgütlü yapıdan biraz uzaklaştırmıştı. İpek Film stüdyosunda çalışıyordu. İlerde “en çok sevdiğim kadınım” diye anacağı Piraye Hanım’la evlenmişti. Onun ilk evliliğinden olan çocukları Memet (Fuat) ile Suzan’ı da evlat olarak bağrına basmıştı. Öyle ki “Canım evladım Memetim” diye başlayan mektupları ilerde bir kitap olacaktı.

Nazım, uzun hapislik yıllarında cezaevlerini bir akademiye çevirmişti. Edebiyatın büyük ismi Orhan Kemal ve resim sanatının abidesi İbrahim Balaban, Nazım’ın “Bursa Akademisi” öğrencileri olarak yetiştiler… Orhan Kemal’in “Nazım Hikmet’le 3,5 yıl”, Balaban’ın “Nazım Hikmet’le 7 yıl” adlı kitapları ustalarıyla geçen o zorlu günleri anlatır.

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin ardından çıkan genel af sayesinde Nazım Hikmet de özgürlüğüne kavuşacaktı. Hapse girerken Piraye Hanım’ın eşiydi, tahliye edildiğinde ise Münevver Andaç’ın kocası olmuştu!

1961’de yazdığı “Otobiyografi” başlıklı şiirinde kadınlara karşı olan pozisyonunu açıklarken şöyle diyecekti:

“sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım…”

Hemen ardından gelen dizelerde ise samimi bir itiraf yer alıyordu:

“aldattım kadınlarımı…”

Ancak tahliye edilmesi Nazım için “özgürlük” anlamına gelmiyordu.

Devletin dikenli telleri, onun hayatını sürekli olarak çevreliyordu. Memleketini ona zindan etmekten başka bir işle uğraşmayan siyasi bürokrasi bu sefer de askere çağırıyordu. Deniz subayı olarak ordudan sağlık nedenleriyle ayrılmış Nazım, bu sefer de “sağlam” kabul ediliyordu!

Hayatta kalmak için önünde tek yol vardı: Yurt dışına kaçmak!

Ama bu o kadar da kolay değildi. Hem devlet buna izin vermiyordu. Hem de partisi “uygun” görmüyordu. Kız kardeşi Melda ile nişanlı olan Robert Kolej mezunu Refik Erduran, “parti disiplini” ile asla bağdaşmayacak çılgın bir öneri getirdi:

-Nazım Ağabey, seni hızlı bir deniz motoruyla Bulgaristan’a kaçırabilirim!   

O tarihte henüz 23 yaşında olan Erduran, Nazım’ı ikna edemiyordu. Sadece bir kişi bu çılgın delikanlının planına destek verdi: Mehmet Ali Aybar!

17 Haziran 1951 Pazar günü Nazım Ağabeyini Tarabya’dan teknesine alan Refik Erduran önce Boğaz’da kısa bir tur attıktan sonra Karadeniz’e açıldı. Romen tankeri Plehanov’u planlama dışında şanslı bir rastlantı ile gördü. Başlı başına bir kitap olacak kadar zengin maceradan sonra Nazım Hikmet’i Romen tankerine bindirebildi.

Nazım arkasında gözü yaşlı bir kadın ve yeni doğmuş bir bebek bırakarak “yaralı bir özgürlüğe” doğru uzaklaştı. Bir daha memleketini asla göremeyecekti.

1963 yılının 3 Haziran günü Moskova’da kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumduğunda yanında başka bir kadın vardı: Saçları saman sarısı Vera Tulyakova Hikmet onun son eşi olarak tarihe geçti.

25 Temmuz 1951 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla vatandaşlıktan çıkartılan Nazım Hikmet’in eserleri de uzun yıllar “yasaklı” kaldı. Bu durumu yine “Otobiyografi” şiirinde şöyle anlatıyordu:

“Yazılarım otuz kırk dilde basılır

       Türkiye’mde Türkçemle yasak…”

Nazım’ın kitapları Türkiye’de Türkçe olarak basılması 1960’lara denk düştü. Şimdi onun kitaplarını Türkiye’nin en büyük holdingine ait bir bankanın yayınevi basabiliyor. O, rüzgâra karşı yürüyerek yaşamaya devam ediyor:

-Nazım Hikmet 110 yaşında!

 

 

 

Editör: TE Bilisim