Zihinleri işgal edilmenin donukluğu içinde; aldatarak pişkinlikle sırıtarak yalan söylüyorlar. İnsanlara dikkatlice bakın. Fizyolojik yapıları, biyolojik yapıları farklı olduğu psişik yapıları da farklı. Konuşmaları, davranışları, sevinçleri, üzüntüleri, tepkileri heyecanları da farklı. Sırıtıyorlar, pişkinler, aldatmanın rahatlığı içindeler, güven duyulmanın sarhoşluğu içindeler, tedirginler, efendilerinin sopası korkusu içindeler, vicdanlarnı tatile göndermişler, yaptıkları haksızlığın bir gün kendine de yapılacağı eNdişesi içindeler, adaleti adalet adına katletmenin huzursuzluğu içindeler, yetki ve gücün gitmesi halinde ne yapacağının karamsarlığı içindeler, iç dünyalarında huzursuz ancak dışa yansıyan görüntülerinde güç-kuvvet sarhoşu içindeler. Siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler yetiştirildikleri karanlık düşünce atmosferlerinde insanımsı robot olmanın gereğine göre konuşuyor hareket ediyorlar. Kin, nefret, öfke içinde, ilk ve orta çağ hurafeleri eşliğinde, düşünce ve yaşam biçimine davet haykırışlarını izlerken, insan, dünya’da yeni bir canlı türü mü şekillendi, şekilleniyor sorusunu sormadan edemiyor. Silahla işgal edilemeyecek, edilse bile sonuç alınamayacak toplumlara yönelik, biraz uzun bir süreçte farklı yöntemler uygulanıyor. Çocukluktan başlayan ve ustalıkla yerleştirilen simge, sembol ve imajla oluşturulan zihinsel işgal, toplumları milli ve manevi değerlerinden birikimlerinden vazgeçiriyor. Kabul ettirilen yaşam tarzı, birçok sosyal hastalık üretiyor. İnsan karanlık bir düşünce içinde, insani değerler dışı savaşla karşı karşıya. Niçin karanlık? Çünkü bu savaş gözleri kör ediyor, gerçekleri göstermiyor. Gösterilen boş hayallerle insan, zaman tüketiyor. Düşmanın kim olduğunu, nerede olduğunu göremiyor. Hangi silahla, nasıl ve nereden saldırıldığını da bilemiyor. Doğrudan beynine saldırıyorlar. Beş duyusunu ve zihnini gizlice ele geçiriyorlar. Algıyı oluşturan iletişim kaynakları elden gidiyor, öylece bakıyorlar. Sonuçta algı giderek değişiyor. İnsanı insan yapan değerler elden giderken, beyne ve algıya bunun özgürlük, demokrasi, zenginlik olduğu yazılıyor. Özgürlük maskesiyle bütün yaşam kaynakları ve özgürlük alanları bir bir elden giderken, beyni uyuşturulmuş seyrediyor. Akıl tutulması işte bu! Her çeşit göz boyama ve aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyor. Bu karanlık savaş, insanı kendisinden bile şüpheye düşürüyor. Toplumsal paranoya ve şizofreni olmaya zorlanıyor. Bundan daha karanlık savaş olur mu? Bu karanlık savaşın hedefi; derin aklı ve beyni önce dağıtmak, sonra kendi gayesine uygun olarak yeniden oluşturmak. Bunun için de öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamlarının beynine küresel şifreler koyarak yeni beyinler devşiriyor. Bu yüzyılda bu sistem fabrika gibi çalışıyor ve geleceğin karar vericilerini yetiştiriyor. Stratejik yerlerin bu beyinlerle sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve etkili bir yöntem. Bu karanlık akıl oyunuyla belirlenen ise yaşam tarzı oluyor. Bilinçaltına gönderilen sinyallerle beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robotları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme yolu budur. Medya’da zihinsel işgalin her çeşidi kolayca görülebilir. Bu yöntemin en etkili olduğu dönem ise çocukluk ve gençlik dönemidir. Siyasi partiler, dernekler, vakıflar ise yeni mabedlerdir. Algılanması istenen nesneler, sevgi ve güven sözcükleri içine gizlenerek reklamlar ve değişik programlarla sunulur. İnsanın zihinsel bariyerleri kolayca geçilerek telefondan, kolalı içkilere kadar yaşam tarzına girmesi istenen her şey, zihinlere kök hücre nakli gibi ekilir. Beyinlere binlerce kere aşılanan sözcüklerle ilişkilendirilen görüntü ve kurgular, insanı hayata bağlayan vazgeçilmez nesneler olur. Onlarsız hayat artık mümkün değildir. Tek yönlü eğitilmiş insanlar, bu nesnelerin zararlı olabileceğini idrak edemez.

Bu nesnelerin zararlı olduğu idrak edilse bile iş işten geçer ve bu alışkanlıklar hayatın parçası olur. Artık insanı yaşadığı dünyaya bağlayan bu nesnelerdir ve bunlar olmadan yaşamak anlamsızdır. Bunların yan etki ve zararları bile unutulur, bağımlılık benliği esir alır.

Beyinlerin bu şekilde programlanması, özgürlükler açısından endişe vericidir. Beyinlere sürekli aşılanan bu tehlikeden, selocanlarımızı yani, küresel robotlara dönüştürülmeye çalışılan canları, nasıl koruyabiliriz, ne şekilde uyandırabiliriz. İnsanlar dikkatlice gözlemlendiğinde, robotomsu insan tiplerinin numunelerini görmek mümkündür. Pişkinlikle yalan söyleyen, ama inananı olup söz söyletilmeyen peşinden gidilen robotumsu insanlar. Yaşananları bir de bu açıdan değerlendirsek, ne yapılması gerektiği, daha iyi anlaşılmaz mı? Günün Sözü: Haksızlık yapan bedelini ödemek zorunda kalır.   Nurullah AYDIN 7 Ağustos 2012-ANKARA
Editör: TE Bilisim