Yargı üstüne kurulu öyküler oldum olası ilgimi çekmiştir. Olaylar, ithamlar, mahkemeler, deliller, görünen yalanlar, görünmeyen gerçekler ve adalet arayışındaki kahramanlar… ‘Karadayı’ bundan dolayı daha yoğunlaşarak izlediğim bir yapım.
Yayınlandığı günden itibaren gücünü gösteren dizi ekran başındakilere farklı bir tat sunmanın ötesinde Pazartesi gecesi rakiplerini alt etme noktasında ATV için de yüz akı.

Ayrıca, hatırlıların ve gücü elinde bulunduranların, kötülüklerinin vebalini başkalarına yüklemekte pek mahir oldukları gerçeğiyle örtüşmesi… Güvenlikten ve adaletten sorumlu kişilerin yeri geldiğinde nasıl acımasızlaşıp, güvensiz hale geldiklerini göstermesi… Ve o günleri yaşamayanlara bir nebze de olsa, 70’li yılların asayiş ortamını yansıtması ‘Karadayı’yı tercih konusunda etkileyen özellikler.
***
Oyunculuk bakımından Çetin Tekindor gibi bir ustayla aşık atmaya başlayan ve rol arkadaşlarıyla mükemmel uyum sağlayan Kenan İmirzalıoğlu’nun kunduracılıktan stajyer avukatlığa sıçrayıp adaletin bozuk düzenine çomak soktuğu ‘Karadayı’, rol yeteneğinden bugüne kadar yeterince faydalanılmamış olan Yurdaer Okur’u keşfetme şansını da yaratmakta.
Turgut Savcı olarak ıslak saçları ve iş bitirici tavrıyla karşımıza gelen ve ‘Kurtlarla köpekler aynı sofrada oturmaz’ diyerek suçlular dünyasındaki kast sistemini aktaran Okur, başarılı castı’yla dikkat çeken dizinin bel kemiği! Onun kötülüğü sayesinde, adaletin nasıl adaletsizliğe dönüştüğüne şahit oluyoruz bolca.
Bu olumlu yansımaya karşın Turgut Savcı’nın rolündeki bazı ayrıntıların ‘Karadayı’nın hanesine eksi olarak yazıldığını da söyleyelim.
Biz de dava merakımızla hafiyelik yapacak olursak, parmak izi olayı bu eksilerde başı çekiyor. Polis merkezine gidip, çırağı yemek molasına yollayan patron edasıyla görevli memuru başından savan Turgut Savcı’nın dosya değişimi diziye vurulan kara damga gibi.
Görevlinin önemli dosyaları açıkta bırakıp yemeğe koşması bir yana, dosyadaki parmak izlerinin Başsavcı’ya ait çıkmasına inanılmasıyla parmak izi ayrıntısının sonlandırılması tam bir baştan savma. Parmak izleri değiştirilmiş olsa bile, masadaki izlerle cinayet aletindekilerin birbirini tuttuğu açıklaması ne çabuk unutuldu. Başka bir iz olmadığına göre başsavcı kendi kendini mi bıçakladı. Velhasıl Turgut Savcı ve senaryo parmak izi gelişiminde sınıfta kalmıştır.
***
Bu mantıksızlıkta, ‘İfadeler duruşmada alınır’ diyerek adalet dersi vermeye kalkan ‘Su testisi suyolunda kırılır’ sözleriyle adaletin eski sabıkalılara yaklaşımını ispatlayan Hâkime Hanım’a da koca bir sıfır. Nasıl olur da iki farklı parmak izini, Başsavcı’nın kimliğinde buluşturur… Üstelik hemen olay anında odaya girildiğinde, maktulün sırtı masaya dönük bulunmuşken ve hiçbir boğuşma emaresi yokken.
Gerçi buradaki ‘suç atma’ durumunda asıl falso Nazif’in Başsavcı’nın göğsünden mektup açacağını çıkartması ya, biz o kadar derine inmeyelim. Zira ‘insani yardım dürtüsüyle’ açacağı çıkarttığını söyleyen Nazif’in hem tecrübeden dolayı bunun yaratacağı belayı bilmesi gerekirdi, hem de bıçağın öyle çıkartılmasının sağlığa daha zarar vereceğini. Bu durumda da öyküyü başlatmak için daha mantıklı bir karalama operasyonu yaratılması gerekirdi.
Bu konunun derinine girdikçe dibe vurulacağından, geçelim Nazif Kara’ya itiraf ettirmek için karısı Safiye’nin hapishaneye çağrılmasına… Gecenin bir vakti adamın biri hapishaneden aradığını söyleyecek ve ‘Kocanızı görmek istiyorsanız gelin’ diyecek… Böyle bir çağrıya uyup tek başına gidecek kadına rastlamak mümkün mü? Tut ki çağrının doğruluğuna inandı ya sabahı bekler ya da en azından damadını da yanına alır. Almazsa da pata küte yumrukları yer suratına. Bunu sevgiyle, mevgiyle açıklamanın da mümkünü yok. Basbayağı cehalet. Onu götüren taksinin dönüşte neden yok olduğunu da sormamak elde değil.
Neyse ki, evdeki büyüklerin mantıksızlıklarını toparlayan Küçük Nazif var da ‘Karadayı’ya destek çıkıyor. Hâkime Hanım’ın daha bilinçli davranmaya başlayıp Nazif’in itirafı konusunda hassas araştırmaya girmesi de, baştaki savsaklamaları biraz olsun etkisiz kılmak açısından olumlu gelişme.
***
Ayten’in şarkıcılık olayı dizinin diğer zayıflıklarından. Hiç tanımadığı Koro Şefi’nin bir sözüyle kalkıp Cumhuriyet Balosu’nda solistliğe özenen Ayten, doğaüstü bir yeteneğe sahip olmalı! Cümle şarkıcıyı kıskandıracak bu özelliği sayesinde provasız, mrovasız koroyla birlikte sahne alıyor. Bir de ayakta alkışlanıyor. Tabi bu durumda da ‘Karadayı’yı gülünç hale sokuyor.
Baro’nun Cumhuriyet Balosu’ndan bahsetmişken, özel davetli listesiyle ve özel kıyafetle girilen geceye Hamamcı Necdet(Erkan Avcı)’in yaka paça açık, kabadayı misali elini kolunu sallayarak gelebilmesi de pek normal değil.
‘Devlet işinin kısa sürdüğü nerde görülmüş’ diyerek taşı gediğine koyan yapımda, bu tür ayrıntılar önemsiz gibi görünebilir. Ancak dizinin kalitesiyle bağdaşmayan basitlikte oldukları için göze batıyor.
***
Her şeyin usulüne uygun olduğu, imzaların uçurulduğu, sahte doktor raporuyla işkence aklama yolunun bulunduğu zoraki suç itiraflarıyla her devir geçer akçe adalet yozlaşmasını resmeden… Araştırmaların sahibiyle birlikte mezara konduğu adaletsizlik gerçeklerine ve medyanın işleyişine ışık tutan ‘Karadayı’yla ilgili izleyici isteklerini aktararak ve Küçük Nazif’i canlandıran yedi yaşındaki Ataberk Mutlu’nun oyunculuk yeteneğini özel olarak alkışlayarak koyalım noktamızı.
Rıza Kocaoğlu’nun canlandırdığı Kibrit Yasin ve hapishane sahneleri sayesinde yaşanan işkenceleri görüp o yıllara döndüklerin vurgulayan okurumuz bu utanç verici gerçekleri dillendirdiği için beğeniyle seyrettikleri ‘Karadayı’da, gazeteci çocuğun sıkça hatırlattığı 70’li yılların müziklerini de duymak istediklerini söylüyor.
Bunun dışında komiserliğe pek yakıştırdıkları Kibrit Yasin’in rolünün azlığından şikâyet edip daha çok görmek isteyen Rıza Kocaoğlu hayranları da mevcut.
Elçiye zeval olmazmış. Bizden iletmesi.

Anibal GÜLEROĞLU
www.milliyet.com.tr