Yaşım yolun yarısını devireli dokuz oldu, doğduğumdan beri bir kez olsun şu memleket toprakları gün yüzü görmedi. Doğruya doğru, eğriye eğri bu memleket topraklarında son kırk yıldır, düşük yoğunluklu bir iç savaş yaşandı ve sanırım toplum bu düşük yoğunluklu iç savaş vaziyetine alıştı. 1980 öncesi sokak ortasında insanlar birbirini öldürüyordu. “Benden değilsen öldün” düstur olarak benimsenmişti, 1980 sonrasında “Kürt Sorunu” ivme kazanınca, Anadolu coğrafyasında tabut görmeyen köy, kasaba, şehir kalmadı. Turgut Özal’ın zamlara ilişkin meşhur bir lafı vardı, “Alışırlar”… Bu toplum zamlara alıştı. Enflasyonun peşinden koşmayı bir amentü olarak belledi, hayatı enflasyonu yakalamakla geçti ve şimdilerde bu toplum borç ödemeye alıştırdı kendisini. Borcu olmayan, borç ödemeye alışmamış tek bir memleket evladı var mıdır bilmiyorum ama bu memleket insanı aynı zamanda düşük yoğunluklu iç savaşa da alıştı. Sosyal paylaşım sitelerine bakın, ama öyle ama böyle bir “Barış” süreci yaşanıyor ki ben bu barış sürecini “İç barışın tesisi” olarak nitelendiriyorum, ama toplumda pek de azımsanmayacak bir kesim var ki bu kesim “Barış” kelimesine alerji duyuyor. “İmralı canisi memleketin anayasasına burnunu sokuyor” diyen mi dersiniz, “Öcalan’ın ayağına kadar gidiyorlar, ne günlere kaldık” diyen mi dersiniz? İnsan sormadan edemiyor, “İyi güzel de be kardeşim bu barış nasıl tesis edilecek?” Şu “İç savaş”, “Savaş” gibi hususlara hiç alışmamış olacağım ki “Her şeye rağmen barış olsun da ne olursa olsun” diyorum. Zira en kötü barış bile şu savaş denen zilletten iyidir. İyi güzel de şu barış denen ulvi kavramı hayata geçirmek için ille de bir takım ritüellere mi ihtiyaç duyulacak? Bu barış Öcalan’ın iki dudağı arasındaysa ve Öcalan’ın ağzından çıkacaklara endeksliyse, hiç farketmez… “Barış olsun da nasıl olursa olsun” demiyor muyuz? Ritüel meraklısı birileri ille de bir şeyleri bahane edecek… İlle de pişmiş aşa su katacak… Zira kendilerini “İç savaş” dediğimiz şu var olan vaziyete öyle bir alıştırmışlar ki iç barış tesis edildiğinde zenginleşmek, müreffeh yaşamak, güvenli bir yaşamın inşaası… İyiye, güzele dair ne varsa muhtemelen hayata geçecek, ama ille de “Öcalan’ın iki dudağı” deyip burun kıvırmıyorlar mı? Bu nasıl bir alışkanlıktır ki insanlar “Nasıl olacaksa olsun, ama barış olsun” demeleri gerekirken, iç barışa darbe vuracak her türlü girişimin peşine takılmaktan imtina etmiyorlar. Tabi “İnsanlar” dememden kastım, milliyetçi, ulusalcı damarı ağır basanları kastediyorum. Yoksa Anadolu köylerinde barışı istemeyecek tek bir memleket evladının olmadığını düşünmüyorum bile. Milliyetçilik belki de böyle bir şey… Her olumlu gelişimin önüne ille de “Milli onur” diye bir takoz koyup ölümlere devam misali bir vaziyete fit oluyorlar. Ne çözebildikleri bir şey var, ne de yol alabildikleri bir mesafe. Ölen öldüğüyle kalıyor. Bu hususta söylenecek laf çok. Milliyetçi, Ulusalcı çevrelerin ikinci bir “Habur vakası” yaşatmamaları için dikkatli olmak gerekiyor. Sabotajlara ağır ağır başladılar bile. Her şeye rağmen bize barış lazım. Bunu bilelim, gerisi gelir…   Nihat YILDIZ
Editör: TE Bilisim