Türkiye’de ‘Entrika’ ismiyle gösterime sokulan filmin eleştirisine geçmeden önce ‘Arbitrage’ olan orijinalinin ne anlama geldiğine kısaca değinelim. ‘Arbitrage’, finans piyasalarında sıkça kullanılan bir kelime olup fiyat farklarından yararlanmak amacı ile para, kıymetli maden, tahvil ve hisse senedi alıp satma işlemi... Ki bu da filmin konusuyla tam uyumlu bir isim. Ancak içerikteki çevrilen dolapları düşünürsek ‘Entrika’ da, pek çok yapımda olduğunun aksine, orijinaliyle ters düşen bir isimlendirme değil.


Yabancı yapımlara, ilgi çekmek amacıyla, kendince isim takma merakının had safhada olduğu film sektörümüzün bu yönünü vurgulamaya yönelik girişimizin ardından gelelim ‘Entrika’nın özelliğine…
İlk etapta ‘Entrika’yı, yönetmen Nicholas Jarecki’nin özel yaşamına bakıp, finans piyasasıyla bağlantılı aileye sahip birinin yapacağı ilk uzun metraj film de ancak bu dünyanın entrikalarıyla örülü bir öyküye sahip olurdu, diyerek değerlendirmek mi lazım? Yoksa Amerikan sisteminin temeli zaten paranın konuştuğu entrikalar üstüne kurulu olduğundan böylesi bir konunun işlenmesi pek de özellik taşımaz düşüncesiyle, filmi yönetmenin özel yeteneğiyle bağdaştırmamak mı gerek bilemiyorum. Ancak, ‘The Great Hangover’ isimli kitaptan çok etkilendiğini söyleyen yönetmenin filmi konusunda emin olduğum tek şey, aldatmak üstüne akıcı ve akılda kalıcı bir yapım olduğu.

Burada işlenen aldatma olgusu, sadece erkeğin karısına yönelik bir fiil de değil üstelik. Yaratılan çok kapsamlı aldatmada, New York’un önemli yatırım bankacılarından biri olan kahramanımız, gizli aşk ilişkisinin ötesinde hem kendi şirketindekileri, hem şirketinde çalışan olan çocuklarını, hem piyasayı, hem de yasaları aldatmakta. Yani bir taşla pek çok kuş vurmak durumu.
Filmde gerçekçi bir dünya yaratmak ve seyirciyi Amerikan finans dünyasının içine alabildiğine çekmek isteyen Jarecki, bunun için o yılların mali krizini didik didik etmekle kalmamış, milyarder New Yorkluların gerçekten gittiği The Four Seasons, The Plaza Hotel, Birleşmiş Milletler Binası ve 5. Cadde’deki New York’un en prestijli ofislerinin bulunduğu binaları da mekân olarak kullanmış.
Jeopolitik dalgalanmalar endeksleri baskılarken, Rusya ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilerin bozulmasıyla zor duruma düşen Robert Miller (Richard Gere)’ın, başarısız bir şirket satışı görüşmesi dönüşünde uçakta türev piyasa analizlerine kafa yormasıyla açılışını yapan ‘Entrika’, görünürde samimi ve sıcak aile arası doğum günü partisine geçip, oradan da 60 yıl sonra insanın gerçekten neye önem verdiğini anladığını söyleyen Miller’ın yasak aşkının sıradanlığından doğan kargaşaya uzanmakta...
‘Bir iş açacaksan başarı imajı yaratacaksın’ diyerek finans dünyasındaki düzmece başarı üçkâğıtçılığını özetlerken genç kadınlara da yaşlı-zengin işadamı desteği örnekleyen yapımda göze çarpan bir diğer gerçek, Amerika’da ‘zenci’ olmanın başlı başına suç teşkil ettiği ve bu insanların ‘harcanabilir’ kategorisine rahatlıkla eklendiği!

Sayısız yapımla ve yaşamdan örneklerle zaten bilincinde olduğumuz bu gerçekleri, ele alış tarzı bakımından fark yaratan ‘Entrika’nın bizleri gözetleyen şehir kameraları hakkında verdiği uyarı ise teknolojik gelişmelerin eşliğinde komplo ve iftiraya kurban gitmemek adına akılda tutulması gereken bir ayrıntı.
Tüm haşmetiyle göz kamaştıran ve ulaşılmaz görünenlerin perde arkasına ışık tutarak, ikiyüzlü kokuşmuşluğu bir kez daha hissetmemizi sağlayan yapımda, insanlar arasındaki en kuvvetli bağın ‘para’ oluş gerçeği, iş-aşk-aile üçgenindeki ilişkilerle vurgulanmakta. Tabi, bu üçgenin merkezine Robert Miller karakterinin iş bitirici becerisini koyarak! Tüm olumsuzluklardan kıl payı yakayı sıyıran bu karakterin ipini elinde tutan kişiyse, pasif ve saf görünümlü kurnaz karısı Ellen(Susan Sarandon) … Hal böyle olunca baştan itibaren parasının gücüyle ortalıkta hava atan karizmatik işadamının entrikalarıyla gelişen filmin mesajı da, ‘kadının fendi erkeği yener’e dönüşüveriyor bir anda.
Zenginlere ağzının payını vermeye hevesli olan ve bunu bir türlü becerememenin hırsını taşıyan New York polisi Michael tiplemesiyle içeriğine heyecan katmaya yeltenen fakat bu konuda zayıf kalan ‘Entrika’da bir başka özellik, alışılageldiği üzere Rusya’nın kötülenmesi.
Amerikalı yatırımcılara önce kucak açıp sonra faaliyetlerine engel çıkartan Rus hükümetinin yarattığı zarardan dolayı başvurulduğu söylenen muhasebe kayıtlarıyla oynama durumu, Amerikan zenginlerinin para hırslarını kamufle etmek ve gerçekleştirdikleri sahtekarlıkları hoş göstermeye çalışmak adına iyi bir formül doğrusu. Kendi olumsuzluklarını deşifre eder görünürken emperyalist propagandayı empoze etme kurnazlığını iyi beceren filmin bunu yaparken, Rusya’nın kendi yer altı zenginliklerini ABD’ye kaptırmaktan kaçınma haklılığını tamamen göz ardı ettiğini de söyleyelim.

Paranın gücüyle tüm zorlukların aşılarak işlerin tıkır tıkır yürütüldüğü ‘Entrika’; günahlarını hayır işleriyle affettirmeye çalışan zenginlerin dünyasında dönen dolapları ve paraya rağmen yaşanan tatminsizlikleri, gerçek hayatta insan hakları savunucusu olan Rechard Gere ve yaşına rağmen hala çekici görünen Susan Sarandon çiftinin canlandırmasıyla izlemek isteyen biz sıradan vatandaşlar için seçenek… Tabi filmdeki kesimle aynı olanlar da yeni dolapçılık yolları öğrenmek için tercih edebilir. Her ne kadar, paranın satın alamayacağı şey olmadığı yaşam gerçeğinin bilincindekiler için, sürpriz bir konuya sahip olmasa da!

Anibal GÜLEROĞLU
Hurriyet Australia Gazetesi