Son yıllarda,eski bayramlarımı anımsadığımdan mı ne  bayram öncesi üstume bir hüzün çöküyor.  Geçmişi anımsamayı hiç sevmem ama bir de bakıyorum, çocukluğuma dönüvermişim .

.........

( 5-6 yaşlarında küçük bir çocuğum. Yarın kurban bayramı. Sabah erkenden kalkıp, annemin bir gecede diktiği,  kabarık etekli, kısa kollu, beyaz organize elbisemi giyeceğim. ) ...,,,,,

    Çocukluğumun bayram günlerinde, daha sabahın ilk saatlerinde uyanırdık.  Kadınlar,  erkekleri bayram namazına yollar yollamaz, kahvaltı hazırlamaya koyulurdu. Biz bağrış-çığrış ortalarda koşturup, dedemlerin fırından aldıkları sıcacık ekmeklerle camiden dönüşünü beklerdik. Dedem önde, evin diğer erkekleri onun peşinde bahçe kapısından  içeri girdiğinde, biz çoktan asker gibi sıraya dizilmiş olurduk.  Kurban kesme töreni dedemin duasıyla başladığında, biz de  kendimize göre bir şeyler mırıldanarak duaya katılırdık.Törenin en can alıcı yeri,  kesilen kurbanın kanından alnımıza  birer damla sürülmesiydi. Başlangıçta  can çekişen bir hayvanı görmek, hepimizi ürkütüp üzerse de bu duyguyu  çabucak aklımızdan çıkarırdık. Dedemin söylediği gibi; zenginler koyun kesecek ki, fakirler et yiyebilsin! Kurbanı kesenin ilk işi  kavurma yapılacak  bölümü küçük küçük parçalara ayırıp anneanneme vermekti. Anneannemin kuzineye          koyduğu etin kokusu evi sarmaya başladığında,  ortalık birdenbire karışır,  İtişe kakışa masadaki sıcak ekmeklerden birer parça koparan, soluğu  ocağın başında alırdı. Anneannemin;  “ sizi keratalar, tencere devrilecek! Çekilin ” diye avaz avaz bağırışına aldırmadan ekmekler et suyuna batırılıp çiğnemeden yutulurdu.

​          Kalabalık bir aile olduğumuzdan çocuklara masada yer kalmazdı. Tabaklarımıza koydukları kavurmalarla bizi  yolladıkları sofadaki divana  bir hevesle yerleşir, ancak yediğimiz ekmeklerle  doymuş  olduğumuzdan o güzelim etten bir parça bile yiyemezdik.

        ​Bayram sofralarından aklımda kalan en güzel anı ,dedemin mutlu mutlu gülümseyerek bizi izlemesiydi. Ben bir yandan onu gözetlerken, öte yandan onun mutluluğunu artırabilmek için, herkesten çok yemek yemeğe çalışırdım.Çocukları ve torunlarıyla birlikte olmayı hiçbir  şeye değişmeyen dedemin mutluluğu hepimize geçerdi sanki. Dede olmanın çok özel bir şey olduğunu düşünür ve büyüyünce dede olamayacağıma hayıflanırdım.

          Kahvaltı biter bitmez, özlemle beklediğimiz  tören başlardı. Dedemizin elini öpmek ve bayram harçlıklarımızı almak için yaş sırasına gore salonun ortasına dizilirdik.  Ben yaşça ortalardaydım ama nedense  önceden içine para ve şeker konulan mendilialma sırası en son bana gelirdi. Dedem, “ Gel bakalım Şeytan Çekici! Senin harçlığını kazanman gerek! “ der demez , hemen kürsüme , yani salonun kocaman penceresinin içine tırmanıp günler önceden ezberlediğim yeni bir şiiri bağıra çağıra okurdum.  O  beni dinlerken bir zaman dalıp gider, sonra gülümseyerek “ Al bakalım harçlığını Şeytan Çekici “  deyip mendilimi verirdi. Alın terimle para kazanmanın keyfiyle gurulanarak camdan aşağı atlardım.
   
      Dedem bana” Şeytan Çekici “ derdi. “Şeytan Çekici “ ne demek diye sorduğumda yanıt vermez , ama bilirdim ki; “Şeytan Çekici” olmak, güzel bir şeydir. Yıllar  sonra “Dede, küçükken bana neden Şeytan Çekici derdin?” diye sorduğumda;  gözleri sanki o günlerde yaşarcasına parladı  ve beni şöyle yanıtladı: "Sende öyle bir şey vardı ki kızım, başka çocuklsr  yaptığında göze batan yaramazlıklar sende güzel görünürdü. Sen şeytanın yaptıklarını yapardın  ama gene de meleğe benzerdin.

      Ben de o yaşımda buna benzer bir şeyler algılamışım ki her gün bir yaramazlık üretirdim. Akşamları dedem camiye gittiğinde, mahallenin çocuklarıyla, bizim evin bahçesine meyve aşırmaya girerdik.  El yordamıyla  topladığımız meyveleri, dedeme yakalanmamak için, aceleyle tıkınıp  evlerimize dağılırdık. Ertesi gün dedem bir kova suyla süpürgeyi elime verip akşam pislettiğimiz bahçeyi yıkatırdı bana. Hiç karşı koymadan işe başlardım.Her şeyin  bir bedeli olduğunu sezinlerdim demek o zaman da…
    Tüm bahçeyi talan ederdik etmesine ama hanımelilerime  kimse dokunamazdı. En büyük keyfim, akşam üstü  hanımeli dolu duvarın dibine gidip  çiçeklerin arasına saklanarak, sessizce oturmaktı.  Kokularını nerede saklardı o küçücük çiçekler? Nasıl olurdu da  çiçeklerin hepsi  aynı gibi olup birbirinden farklıydı? Bu sorulara doğal olarak yanıt veremezdim ama, sorgulamak hoşuma giderdi. Dedem gelirdi bazen yanıma.  Hiç sesini çıkarmadan bağdaş kurar otururdu. Ne el ele, ne diz dize… Hanımeli gölgesinde kendi kendimize oturduğumuz zamanların birbirimize en yakın anlarımız olduğunu ikimiz de bilirdik.
Ah, Tunca Kız! Bayram derken gene nerelere estin?

.....
5-6 yaşlarında  Şeytan Çekici küçücük birçocuğum !  Annem var, babam var,  kardeşim var. Hatta anneannem ve dedem var!  Yarın bayram ve ben  sabah erkenden , yaralı  bereli dizlerimi ve  dirseklerimi açıkta bırakan kısa kollu beyazorganze elbisemi giyeceğim .  Kahvaltılarında  , babamın kovandan elleriyle  çıkardığı bal ve kurban eti kavurması olan eski bayramlarım……
 
.........

Bu kurban bayramında on gün tatİl  varmış. Bodrum'dan bir kaç gün de Rodosa'a mı kaçsak ki?


Tunca TÜNAY