‘Savaşın iyisi, barışın kötüsü’
yoktur demiş Benjamin Franklin… Bu gerçekçi söze karşın insanlık tarihi büyüğünden küçüğüne pek çok savaşla dolu ve görünen o ki daha nice savaşlara da tanık olacak bu yaşlı dünya. Muhakkak ki bunların arasında birinci ve ikinci dünya savaşları hepsinin öne çıkan felaketler.
Nitekim sinemada da pek çok kez işlenmiş dünyayı derinden sarsan bu savaşların evreleri. En son örneği de Christopher Nolan’ın imzasını taşıyan ve fazla söze gerek yok dercesine varlık gösteren ‘Dunkirk’.


Ancak bu yapımın kendine has özelliği olduğunu hemen belirtelim. Öyle alıştığımız sıradan savaş filmlerine pek benzemiyor. Bu yönüyle hem bir yenilik tablosuyla çıkartıyor seyircinin karşısına, hem de yapım olarak büyük bir riski üstlenmiş oluyor. Zira Hollywood’un klasik savaş örnekleriyle İkinci Dünya Savaşı’nı seyre aşina olan hedef kitlenin kriterlerinin dışında kalan filmin, gerçekte ‘Dunkirk’te neler yaşandığını bilmeyenler için ne derece çekici gelebileceği meçhul.
Hal böyleyken bir kumar gibi yorumlanmaya müsait yapımı gelin birlikte inceleyelim. ‘Dunkirk’ neyi anlatmaktadır, İkinci Dünya Savaşı’ndaki yeri nedir görelim.

SADECE HAYATTA KALANLARIN ÖYKÜSÜ

Birinci bölge… İkinci bölge… Üçüncü bölge… Karada… Havada… Denizde… Yüz binlerce çaresiz asker… Destek sağlamak için çabalayan bir pilot… Düşman ateşine karşı mücadele veren kurtarma gemileri… ‘Dunkirk’ tablosunun en kısa yoldan tanımı bu! Peki ya ötesi…

‘Dunkirk’, orduların karşı karşıya gelip çarpıştığı bir savaş ya da zafer değil öncelikle. Lakin Churchill, ‘Savaşlar tahliye operasyonlarıyla kazanılmaz’ dese de, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren en önemli olay, Dankuerque(Dunkirk) tahliyesi! Çünkü bu sayede İngiliz ve Fransızların Almanya’ya karşı savaşa devam etmesi mümkün olmuş.
Bilmeyenler için kısaca özetleyelim, tarihte neler olup bittiğini. Şimdi olay şu… Polonya’nın işgalinin ardından İngiltere, Fransa’nın savunması için devreye girmiş ve asker yollamış. Fakat bu süreçte Fransa’nın, Alman sınırında tedbir alırken kuzey kısmını ormanlık alana güvenerek tedbirsiz bırakması ve Almanların buradan geçmeyeceğini düşünmesi yapılan en büyük taktik hatasını doğurmuş. Arkadan dolanarak gelen Almanlar müttefik ordusunu sıkıştırırken, onları sürdüğü Dankuerque kıyılarını da bir tuzak haline getirmiş. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerinin büyük kısmı burada hapsolan müttefiklerin Alman işgaline karşı mücadeleyi sürdürebilmesi için zamana karşı canla başla yürütülen bir tahliye çabasına ihtiyaç duyulmuş… Velhasıl Almanların, denizle ateş hattı arasına kıstırdığı 400 bin askerin tahliyesinin yaşandığı ‘Dankirk’ olayının tarihsel anlatımı en basitinden böyle!


Sinemada gösterişli yapımlarla adından söz ettirmeyi başaran Christopher Nolan’ın yorum becerisini farklı bir örnekle sunmasını sağlayan ‘Dunkirk’ filmine gelince…

‘Dunkirk’ için yapacağım yorum, ‘106 dakikalık savaş psikolojisi deneyimi’ şeklinde olacaktır. Zira Nolan, seyirciye kurgusal süslemelerle kotarılmış bir savaş filmi sunmaktansa, başından sonuna tuzağa dönmüş kıyıların yoksunluk ve ölüm kokan atmosferindeki gerilimle yüz yüze getirmeyi tercih eden bir sinema dili kullanmış. Diyalogları fazla olmamasına karşın geçtiği mekândaki stresi aktarmayı layıkıyla başaran ve çarpışmak yerine ülkelerine geri dönebilmek için tahliye gemilerine binebilmek için bekleşen askerlerin zavallılığını olanca çıplaklığıyla sunan yönetmenin hedefi belli ki, savaşların kahramanlık alanları olmadığı gerçeğini işlemek!

Eleştirileri umursamadan farkını fark ettirme yolunda ilerleyen yönetmenin minimal öyküden maksimum bir yapıt çıkartma becerisi olarak değerlendirebileceğimiz ‘Dunkirk’te savaş şartlarında ülke ve birey etkileşimlerinin nasıl değişime uğrayabileceği gerçeği olabildiğince net biçimde yansıtılması da filmin değerini artıran bir unsur. Tahliye operasyonunda önceliğin İngilizlere verilmesiyle, o dönemin İngiliz yönetiminin asıl amacının Fransa’yı kurtarmaktan ziyade Almanların Büyük Britanya’ya geçişini engellemek olduğu gerçeğini ortaya koyan senaryonun, Fransızlarla müttefik olunmasına karşın içinde bulunulan durumdan onları sorumlu tutup askerlerinin İngiliz gemilerine alınmak istenmemesini basit ama kesin cümlelerle işlemesi bu unsurun yansıması. Üstelik her kaçış hamlesinin bir hezimete dönüşmesiyle, psikolojik gerilim dozunu artırarak!


İngiliz gemilerine binmekle kurtulmanın garanti sayılamayacağını Almanların hava saldırılarıyla örnekleyen akışın psikolojik gerilimini destekleyen en önemli detaya gelince… Muhakkak ki, kalp ritmi duygusu yaratan Hans Zimmer’in müziği! IMAX görselliğinde daha da görkemli hale gelen denizin aşılamaz hissi veren görüntüsünün, batan gemilerin ve insanların hayatta kalma çabalarının mükemmel ses dizaynıyla desteklendiği yapımda bir diğer fark yaratan özellikse, savaş filmlerinin rutininin aksine, ortada elle tutulur bir düşmanın varlığına rastlanmaması. Yani havada uçağı görüyorsunuz, onu kovalayan İngiliz pilotun müthiş kurtarıcılığını da izliyorsunuz ama hepsi bundan ibaret. Anlayacağınız ‘düşman’ kavramı somut halden çıkartılıp, duruma göre değişebilen soyut bir olguya dönüştürülmüş. Misal… Taraflar arasında fiziksel bir etkileşim yaratmaktansa seyircinin algısına hitap eden psikolojik ortamla işi götürmeyi seçen yönetmenin, farklı milletten müttefik askerlerinin kıyıya vurmuş gemideki bekleyişinde yaşanan gerilimli ortam, ‘düşman’ kavramının nasıl yanardöner bir şey olduğunu üç beş cümleyle ortaya koymaya yetiyor da artıyor bile. Daha net ifadeyle, ‘Müttefikliğe güvenme, bir anda düşmanım oluverirsin hayatım mevzubahisse’ durumu!


SONUÇTA;
Savaşın acı yüzünü çatışmalarla-kanla-çığlıklarla anlatmaktansa bekleyiş, sessizlik ve yaşama tutunma içgüdüsüyle ortaya koymayı seçen ‘Dunkirk’, ana hikâyesi ‘hayatta kalmak’ olan ustaca anlatımlı bir film. Zaten kurtulanları karşılayan vatandaşlara kahraman olmadıklarını belirtip ‘Biz sadece hayatta kaldık’ diyen askere verilen ‘O kadarı yeterli’ cevabı da, büyük sözlere-iddialı aksiyonlara gerek duymayan içeriğin derdini ve ünlü isimlerle şov yapmak yerine atmosfer duygusuyla işi götürmeyi seçen filmin amacını özetlemekte!

Savaşların ne denli anlamsız ve yıkıcı olduğunu en doğalından hissetmek için, Christopher Nolan’ın yaratıcı becerisinden nasiplenerek gövde gösterisine dönüşen ve öğretici gücü yüksek nitelikte olan ‘Dunkirk’ filmini izleyin derim.

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal