İğneleyici üslubu ve ideolojik fikirleriyle dikkat çeken yazar Oscar Wilde ‘Aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyüktür’ demiş olsa da, düşünür ve yazar Montaigne tarafından ‘Başka bir yaşamın kaynağı’ görülen ölüm, insan aklını kurcalayan en önemli gizem olmuştur. Dahası, ölümün bu gizemli yanı aynı zamanda insani korkuların başını çekip kötülüklerin anasına dönüşme potansiyeline de sahiptir. Dolayısıyla ölümün gizemiyle bütünleşen öyküler her daim ilgi çekicilik ve ürkütücülük konusunda avantajlıdır. Hal böyleyken kurgu dünyası da, insanlar üstünde ağır ruhsal baskı yaratma potansiyelindeki öteki dünyadan gelen ürkütücü ve gizemli varlıklardan bolca korku öyküleri türetme yoluna gitmeyi ‘kolay kazanç’ bilmiştir.

Nitekim yerlisinden yabancısına, sürekli korku ve gerilim filmlerinin beyazperdede boy göstermesi de, bu en pratiğinden kazanç sağlama akılcılığının sonucu! En basitinden gizemli mekânlar ve gençlik-arkadaş grupları bir araya getirilip öte taraftan insanların arasına karışarak kendine kurban seçmeyi vazife edinen kötü ruhlar devreye sokuldu mu, gerisi kolay. Buna karşılık ses ve görsel efektlerin gücüyle yaratılan ürkütücülükten her daim dişe dokunur yapımlar çıkamadığı da muhakkak. Hakiki anlamda gerilim için kayda değer konu bulmak şart! Dahası bu konunun mantıklı bir süreçle ele alınması… Olay, gizem ve korku yaşatmak olsa dahi, yapılan işin akılda iz bırakabilecek detaya, mesaja sahip olması önemli.
Anlayacağınız salt korkutmak için korku filmi üretmeyi hedeflemek, ekranda kabak tadı veren diziler yaratmakla eşdeğer. Bu gerçekler ışığında beyazperdede yerini alan ‘Doğruluk mu, Cesaret mi´ filmini değerlendirecek olursak…


SORU BİR KERE SORULDU MU YANDIN

‘Doğruluk mu, Cesaret mi’, partilerde veya ev ortamlarında bir araya gelip eğlenmek isteyen arkadaş gruplarının en gözde oyunlarından biridir malumunuz. Zira birbirlerinin sırlarını deşmek için can atan ama normalde bunu gerçekleştiremeyenlere veya içten içe kıskandıklarının cesaretini sınayıp küçük düşürme hevesinde olanlara engin fırsatlar yaratır bu oyun. Dolayısıyla hem eğlenceli vakit geçirmeye yarar hem de gizli hesaplaşmaların gün yüzüne çıkmasını sağlar.
Öte yandan birine ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ sorusunu yönelttiğinizde işin devamında sıranın size geleceğinin bilincinde olup altından kalkamayacağınız durumlara sürüklenebileceğinizin hesabını da yapmak gerek. Yani bu öyle bir durum ki, soru bir kere soruldu mu cayır cayır yanmak da var işin ucunda. Hani insanların içindeki şeytanı uyandıran türden desek yeridir.



Kısacası ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ oldukça riskli bir oyun şekli… Hele bir de yönetmen koltuğunda Jeff Wadlow’ın yer aldığı ‘Doğruluk mu, Cesaret mi?/Truth or Dare’ filmindeki gibi kötü ruhlar musallat olmuşsa bu oyuna, yandı gülüm keten helva. İlle de soruya karşılık doğruyu söyleyip cesaret sınavından kaçmayacaksın. Aksi takdirde ölümle cezalandırılmak kaçınılmaz.

Son bahar tatillerini Meksika’da geçirmek isteyen arkadaş grubunun gençlik eğlencesiyle açılışını yapan film, son gece yenilen ölümcül kazıkla öyküsünü başlatıyor. Barda tanışılan gencin peşine takılıp geçmişin kötü izlerini taşıyan ve girilmesi yasak olan metruk kiliseye dalan arkadaşlar, bu ürkütücü yerden bir an önce otellerine dönmek yerine heyecan arayıp ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ oynamaya kalktıktan sonra işler karışıyor. Çünkü hem kendileriyle ilgili gerçeklerin ortaya dökülme sürecine adım atıyorlar, hem de evlerine döndükten sonra da peşlerini bırakmayacak olan ölümcül oyunun... Tabii bu esnada ‘Ölüm bizi ayırana kadar’ felsefesine dayalı güçlü dostlukların, ihanetle yürüyen sevgililik hallerinin ve cinsel tercini ailesinden gizleme sıkıntısını yaşayan gençlerin dünyası da sunuluyor korku bekleyen seyirciye. Özetle, ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ oyun sevdasına dalan günümüz gençliğinin komple resmini yansıtıyor beyazperdeye. Gerçek korku bu mu ola? Kim bilir.

Filmin devamı nasıl gelişiyor, arkadaş grubunu neler bekliyor ve en önemlisi kötü ruhun bu oyuna dâhil olup yönetmesinin ardındaki gizem ne diye soracak olursanız… Bu soruların cevabını bulmak için filmi izlemeyi önereceğim haliyle.


Bunun dışında filmin yansıttığı tabloya bakacak olursak… Michael Reisz’ın kalemiyle şekillenen senaryonun, çevredeki insanların değişime uğraması veya oraya buraya yazılar yazılması suretiyle sorulan sorunun ardındaki kötü ruhtan paçayı kurtarmanın mümkün olamadığı oyundan körü körüne korku türetmek yerine özellikle gençleri bilinçlendirici mesaj vermeyi tercih ettiğini düşünebiliriz.

Şöyle ki; Gençlerin başlarına bela açıp nahoş durumlara sürüklenmesinde arkadaş faktörünün başı çektiği gerçeğini ilk etaptan ortaya koyan senaryo, günümüz ilişkilerinde aşk ve cinsellik olgularının ne denli sulandırıldığını hissettiren saptamalarda bulunmakta. Baba figürünün başarısız-yetersiz olduğu hallerden kızların ruhsal durumunun nasıl etkilendiğini, kız arkadaşların babalarının potansiyel tacizci olabileceğini, sahte reçete olayını ara yerlere serpiştiren içerikte en önemli mesajsa, yardımsever-masum tavırlarla yaklaşanların niyetini açık açık söyleyen pervasızlardan daha tehlikeli olabileceği yönünde!


Nezaketin ve güvenin başa bela açabileceğini söyleyen yapımda bir diğer önemli ayrıntı da günümüz gençlerinin oyun merakından büyük zararlar, ölümcül sonuçlar doğabileceğinin işaret ediliyor olması… Ki, bu noktada ilk olarak Rusya’dan dünyaya yayılan; katılımcılara görevler veren ve işi tehdide, ölümcül sonuçlara vardıran oyun gerçeği geliyor akla. Esasında ‘Doğruluk mu Cesaret mi’ filmindeki oyunda da aynı mantık hâkim.

Facebook gibi sosyal medya ağının ve Google arama motorunun gençlerin yaşamını nasıl yönlendirdiğini göstermek üzere devreye sokulduğu, gençlerin hayli rağbet ettiği snapchat filtresinin insanların gerçek yüzlerini maskelemedeki rolünün inceden dillendirildiği filmin ana fikri, ‘Hayatta kalabilmek için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Tercih etmeniz gerekse, sevdiklerinizin mi yoksa diğer insanların mı canını korumayı seçersiniz’ mantığı üstüne kurulu olduğundan, yapımın özü de gerçek parametrelere dayanmakta… Dolayısıyla gençleri intihara sürükleyen gerçek hayattaki balinalı oyunla örtüşmekte!

‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ filminde bir diğer mesajcı ayrıntı da kilise çatısı altında yaşanan taciz ve gerilimlerin, kötü ruhları serbest bıraktıran gerçek kötülük olduğunu aktarma hususunda çıkıyor karşımıza. Korku figürü olan Callux isimli iblisi var ederken körü körüne korku türetmek yerine, din adamlarının çocukları istismarını temeline alarak yaşamsal bir yaraya parmak basmayı tercih eden senaryoda ayrıca içkinin yarattığı saldırganlığın anlık olmakla kalmayıp devamında durdurulamayacak kötülükleri ortaya çıkartabileceğinin de altı çizilmiş. Üstelik tüm bunlar hiç abartıya kaçılmadan yapılmış. Velhasıl şeytan ayrıntılarda gizli bu oyunda!


SONUÇTA;
Dehşet vericilikten ziyade gerçekleri açığa çıkartan sorulara dayanarak adım adım ilerleyen bir oyun ve karakter tanıtımı süreci yaşatan ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’, boş ölümler ve bol kan sergileyerek korkutmak yerine, gerçek yaşamla bağ kurmayı sağlayan karakterler yaratıp gençlerin oyun merakından olaya dalmayı tercih eden insani bir iş konumunda. Sosyal medya paylaşımlarının gücünü gösteren ve ‘Soru bir kere soruldu mu yandın’ dedirten finali de bu insaniliğin boyutunu gösteren türden.

Her ne kadar günümüz dünyasında doğruluk ve cesarete fazlasıyla ihtiyaç duyulsa da, bize neler getireceği belirsiz olan oyunlar konusunda ‘Doğruluk mu, Cesaret mi’ deme noktasında… Tercih sizin.

Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal