Türkiye Soma’da yaşanan en büyük maden faciasının yasını tutarken, suçlusunu sorumlusunu, günahını sevabını ararken, yaralarını sararken, bizlerin muhatap kaldığı “karşılaştırmalı açıklamalar” ister istemez Şili'de yaşanan maden kazasını akıllara getirdi. Yani bazı örnekler verilecekse 1800’lü yıllara gitmeye gerek yok.

Malum, hasıl olan ihmalin ve kazanın üzerini “nasıl örterim” defansıyla, teskin edici ve uyutmaya yönelik açıklamalar, seçilmiş şürekanın uyuşan beynine antidepresan etkisi yaratabilir. Ancak; karbon monoksit bedava dağıtılan kömürde henüz karbon halindeyken, akıbetin ne olacağını bilen ve gören vizyona sahip “ferdi” vatandaşında aklına başka bir “karşılaştırmalı hatırlatma” getirir…

Önce Şili'de ki maden kazasını kısaca hatırlayalım;

5 Ağustos 2010 tarihinde Şili’nin San Jose şehrinde bakır ve altın çıkarılan bir madende göçük meydana geldi ve 33 işçi madende mahsur kaldı. 16. Günün sonunda tam umutların bittiği bir anda, kurtarma ekibinin gönderdiği sondajı geri çektiklerinde üzerinde “hepimiz iyiyiz” yazan bir notun yapıştırıldığını görürler ve bunun üzerine temkinli ve dikkatli çalışmalar sonucunda işçiler tam 69 gün sonra kurtarılır.

Peki, nasıl kurtarıldılar? Önce, Devlet Başkanı Pinera ve Maden Bakanı Golborne dünyadan yardım istemeye karar verdiler. Yani “biz kendimize yeteriz, yardıma gerek yok” diyerek “siyasi şovenlik” yapmadan ve yüksünmeden bunu istediler. Avustralya, Almanya, Kanada, Güney Afrika ve de NASA’dan yardım istendi. Nasa başta olmak üzere yardım istenen ülkeler kurtarma planlarını yolladılar, daha sonra işçilere ulaşılacak tünelin çökmemesi için metalle kaplanarak sağlamlıştırıldı ve sonrasında özel bir kapsül yapıldı ve işçiler 69 gün sonra teker teker kurtarıldı. Bu süre içinde dışarıdan hayati yardımlar ve motivasyon devam etti. Ülke başkanı ve ilgili bakanlar madenci kıyafetiyle o süreyi olay yerinde 1500 koruma olmadan geçirdi!

Peki bu olay seyir ederken, dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ne demişti? “Biz olsaydık üç günde kurtarırdık” dedi… Dedi de ne oldu? Şimdi adama sormazlar mı “kim kimi, neyi kurtardı”…

Siyasi rantın egemen olduğu gayrimeşru vicdanlar ancak “işin içinden nasıl kurtuluruz” paniği ile “birbirlerinin paçasını kurtarma” mesaisine döndü. Kurulması gereken zorunlu yaşam odaların önünü kesen ve imzalanmayan ILO’nun 176. Maddesi “mevzuata uygun değil” bahanesiyle bir seçenek midir yoksa şirketlere peşkeş çekilen “taşeronculuk” sisteminin “paravanı mıdır”?

Ve şimdi şunu merak ediyorum; Şili’de ki yaşanan bu kazanın ardından “biz olsaydık üç günde kurtarırdık” diyen dönemin ve şimdinin halef ve selef bakanlarına acaba, Şili’nin ilgili bakanı “biz olsaydık” diye başlayan cümlelerle nasıl bir “hava atardı” dersiniz?

- Biz olsaydık; madenlerimizi kaderine terk etmezdik - Biz olsaydık; madenlerin denetimine önem veriri işverenlere caydırıcı yaptırımlar uygulardık.

- Biz olsaydık; İşçilerin hayati değerini, rant kaygısı gütmeden her şeyden üstün tutardık.

- Biz olsaydık; Sorumlu ve yükümlü olanlarla istifa edecek onuru gösterirdik.

Der miydi? Eminim derdi, ben olsam derdim. Hatta ben olsam şunu bile derdim “biz olsaydık, vatandaşımıza tekme, yumruk değil kucak açardık”.

Pinochet gibi dikta bir başkandan sonra “emekçinin ve insanın kıymetini bilen” ve acımızı paylaşan bir milletin sağduyusunu “ben olsam” emsal alırdım…


Afet ERGÜ