Son günlerde, evvel ezel dillere dolanan bir türkü yine gündemde dillendirilir oldu… Reytinglerin kaynağı olan ‘örneklem’ yani evlerine ölçüm aracı konan kesimin profilindeki değişimin tüm toplumun beğenisine endekslenmesi. Bunun başlıca sebebi de, şimdiye dek dikkate alınmayan ve nüfusun yüzde 30’una denk düşen küçük-kırsal yerlere de ölçüm cihazı konma hali!
Ne sakıncası var diye düşünülebilir. ‘Onların da söz hakkı var’ denebilir. Doğrudur. Ama ilk bakışta herhangi bir sakınca görülemese de olayın özü çok derin… Zira reytingleri baz alarak içeriklerin belirlendiğini unutmamak lazım. Dolayısıyla yaşam algıları, büyük kentlerin insanından çok daha mütevazı ve mutaassıp olan az nüfuslu yerleşim yerlerini reyting ölçümlerine katmak, ekrana taşınacak programların içeriğini istenen yönde şekillendirmek adına büyük bir fırsat!
***
Ölçüm aletlerinin konacağı yerleri ve o insanların hangi gruba dahil edilebileceğini kendi inisiyatifinde tutan ve yeterli örneklem yapamayıp reytingleri iyi ölçemediği için RTÜK’ten de çok sert uyarı alan TİAK(Televizyon İzleme Araştırma Komitesi) A.Ş., fırtınanın görünen yüzü. Bu kurum nedir derseniz? Bilinen bir şeyi bir kez daha hatırlatalım. TİAK, 1992’de gönüllü teknik komiteye sahip bir yapıyla kurulmanın ardından 2010’da Rekabet Kurulu’nun kriterleri doğrultusunda dünya ölçüm standartlarına tam uyumlu bir hale gelerek kurumlaşmış. Böylece, Reklamcılar Derneği, Reklam Verenler Derneği ve ölçüme tabi tutulan yayıncı kuruluşların hissedarlığı ile TİAK A.Ş. kurulmuş.
Yani tam anlamıyla ticarileşmiş bir oluşum. Daha net söylemek gerekirse TİAK’ın görevi ve reyting ölçümlerinin özü, izleyici üstünden para çevirmek!
Zaten en güzel dizileri bile sırf bu kaygıyla ziyan edip yayından kaldıran kanallar da dâhil olmak üzere, herkesin bildiği bu gerçekten dolayı, reyting ölçümleri güven uyandırmıyor kimsede ya… Neyse.
***
Öte yandan olayı daha içinden çıkılmaz hale getiren husus, ölçüm sistemindeki denge karmaşası. Bizler bu sistemin öngördüğü üzere ekran karşısına geçiyoruz ve neden-niçin-nasıl seçildiklerini bilemediğimiz birkaç bin hanenin izleme zevkine göre yapılandırılan işleri kuzu kuzu kabullenme durumunda kalıyoruz. Mecbur muyuz? Bu sisteme göre evet. Çünkü reklam verenler totale kilitlenmiş bir kere.
İyi güzel de bu total denilen kesimin reklamlarla bize dayatılan ürünleri ne kadar tükettiğini, dahası bunlarla ilgilenip ilgilenmediğini kim ölçüyor? Misal, önceliği evini geçindirmek olan küçük yerleşim yerindeki dar gelirli örneklem, kendisi çok izliyor diye, o yapıma doldurulan reklamların kaçta kaçına itibar edip alışveriş tercihini oluşturur? Evinin eksikleri dururken bilmem hangi markanın kıyafetini veya kaç bin liralık cep telefonun almayı aklına getirir mi? Büyük ihtimalle bu tür soruların cevabı çoğunlukla olumsuz çıkacaktır.
Bu doğrultuda düşündüğümüzde… Türkiye’deki televizyon izleme ölçümlerini yapan tek yetkili kuruluş olan TİAK, hane halklarının çoğu kez abartarak beyan ettikleri gelirlerini bir tarafa bırakarak, eğitim ve kültür vasıflarına göre seçmeye başladığından bu yana, reklam olgusu adına akla takılan en önemli soru da şu olmakta… Reklam verenler bu gruplamadan çıkan ölçümlere göre hareket ettiklerinde gerçekten hedeflerine ulaşabiliyorlar mı?
İşte paraya odaklanıp bir bardak suda reyting fırtınası kopartırken asıl üstünde durulması gereken mesele de bu…
Reyting-reklam-izleyici grubu üçgeninde, reklamlarla pek de ilgilenmeyen, hatta kimi zaman toplumu yozlaştırdığı yönünde görüş bildiren totali dikkate alanlar doğru karar vermiş sayılabilir mi? Reklamcıların pompaladıkları ürünlere para harcayan kesim AB’de mi daha çok, totalde mi? Bu dengeyi etkileyecek en önemli unsur, başta işaret ettiğimiz gibi küçük yerleşim yerlerini ölçümlemeye dâhil etmek, şeklinde dayatılıyor ya şimdi... Hadi bakalım.
***
Peki, ama durup düşünüyoruz da... Reklam verenler zaten RTÜK’le hemfikir olarak 10 binden az nüfuslu yerleri ölçmeye karşı değil miydi? Karşıydı. Çünkü buraların reklam bakımından getirisi olmayacağı, ilave ölçüm maliyeti yükleyeceği düşüncesi hâkimdi. Gel gör ki otoritenin, kırsalın da reytinge dâhil edilmesi görüşü ağır basınca evdeki hesap çarşıya uymadı. Reytingler de bir kez daha dillere dolandırıldı. Vatandaşın derdi hak getire.
Oysa mesele ne reyting, ne kırsaldakinin izleme tercihini dikkate alma saygısı… Reyting olayını, salt ‘para’ olgusu olmaktan çıkartıp fikrileştirme sürecini başlatan kırsaldan beklenti çok net!
Onların ölçüme dâhil edilme olayının özü, reklamdan etkilenip tüketmekten ziyade, yarattıkları reytingle yapımcıları –kanalları yönlendirecek izleme tercihi ortaya koymaları… Ki buradan da tüm toplumu etkileyecek bir televizyon kültürünü geliştirme durumu var. Asıl önemli olan da bu.
Kısacası; Bir bardak suda ‘Reyting’ fırtınası koparmanın Türkçesi, ‘dayatma’ yapımlarla fikir ve yaşamsal biçim diktesine karşı çıkmak!
Yoksa bunun dışında ‘gerçek’ talebe göre dizi veya program üretmek çok da zor bir şey değil. Yani diziciler basitleşmiş işler üretince bir süre sonra iflas edecek, diye kaygılanmaya gerek yok. Her devir kendi yapımcısını ve yapımını yaratır nasılsa…Ama ya değişime uğrayan hayata bakış?
 
Anibal GÜLEROĞLU
www.sinematur.com