Günümüzün yükselen ve tehlikeli hale gelen en önemli sorunu nedir, diye sorsak… Kuşkusuz bu soruya farklı pencerelerden bakıp değişik yorumlar getirmek mümkün. Lakin en gerçekçi cevap, ‘Yaşam algısının değişmesi’ olacaktır. Zira modern dünyanın kalıplarıyla sarmalanıp vicdan-ahlâk gibi değerlerden ödün vermekte sakınca görmeyen… Üretmek yerine tüketmeyi, sorgulayıp düşünmek yerine kabullenip susmayı tercih eder hale gelen insanlığın hayata bakışı ve beklentileri eskisinden oldukça farklı bir noktada! Bu ise tüm kötülüklerin pervasızca sergilenmesine ve yozlaşmanın yaygınlaşmasına olanak sağlamakta.

Şöyle ki; Sayıları hızla artan televizyon ve internet dizilerinin gerçek yaşamda algı yaratmaya odaklı yönlendiriciliği… Sosyal medyanın yalnızlaştırıcı kalabalığı… Video paylaşımlarıyla kolay yoldan ünlenip reklam geliri elde etme hevesiyle körüklenen ‘Fenomen’lik çılgınlığı… İnsani çalışma şartlarından ziyade rekabet verimliliğini hedefleyerek mesleki etiği öteleyen çalışma ortamları… Hayatın kendisi haline gelen popüler kültürün yarattığı kültürsüzlük derken… Eskinin duygusallığından, doğallığından, ilişkilerinden ve samimiyetinden hızla uzaklaşan bireylerin değişen yaşam algıları, teknolojinin de sağladığı olanaklarla, ‘çıkarcılık, bencillik, sahtelik ve yalnızlık’ gibi olumsuzlukları öne çıkartır oldu.

Dahası bireylerin yükselen değere dönüşen yaşam algılarındaki bu olumsuz değişim, sadece kişisel bazda sınırlı kalmayıp, duyarsızlıkla beslenen toplumsal yozlaşmayı da günden güne körüklemekte. Böylece algılara teslim olup özünü yitiren ve şahsının menfaati uğruna her türlü eylemi hak görerek değerleri korumaya çalışanları kendi içinde sindirmeyi vazife bilen bir toplum yapısı oluşmakta… Ki, ne kadar kaçınsak da, hâlihazırda bizler bu toplumsal yozlaşmaya her şekilde maruz kalmaktayız. Anlayacağınız yaşam algısının değişmesiyle birlikte dünya genelinde toplumsal yozlaşma da yaygınlaşmakta!

Hal böyleyken kurguların yaşam bakışında bir değişiklik var mı peki? Konuya yerli yapımlar cephesinden bakacak olursak kimi dizilerin racon kesmeyi ve kaba kuvvetle-silahla sorunları çözmeyi yücelttiğini… Kimilerinin şiddet-ihanet gibi olumsuzlukları eleştirir görünürken yarattıkları tabloyla bu davranışları özendirici hale getirdiklerini… Kimilerinin de tarihten günümüze geliştirilen mesajcılıkla algı yaratmaya soyunduklarını söyleyebiliriz. Yani olumsuz yöndeki değişim öyle veya böyle kurgularda da görülmekte.

Keza diğerleri kadar bol olmasa bile, absürt veya kara mizahla toplamsal yozlaşmaya değinenler de çıkıyor arada. Nitekim ‘Azizler’ filmi, kara mizahla dramı buluşturan içeriğiyle toplumsal yozlaşmayı, gerçekçi karakterler aracılığıyla yansıtan güzel bir örnek! Peki, toplumsal yozlaşma ‘Azizler’de ne tür mesajlarla yansıyor izleyiciye? Kısaca değerlendirelim.

 

AZİZLER’DEN ÇIKAN MESAJLAR…

Taylan Biraderler imzasıyla Netflix’teki yerini alan ‘Azizler’, yayınlandığı andan itibaren beğenilerle eleştirileri karşı karşıya getiren işlerden oldu. Şahsen, beğenenler kanadında yer alan biri olarak, ‘Hiç gülemedim. Tebessüm dahi etmedim’ ya da ‘Sahne akışlarında kopukluk var. İçerikte derinlik yok’ şeklindeki eleştirilere anlam veremiyorum. Çünkü her şeyden önce ‘Azizler’, öyle kahkaha attırmayı hedefleyen bir iş değil. Ayrıca bir konuya saplanıp kalarak gelişen drama olmayı da amaçlamamış kesinlikle.

Senaryosu Berkun Oya’ya ait olan yapım, en baştan içerik özelliğini koyuyor zaten ortaya… Nedir bu? Kara mizahla günümüzün toplumsal ve bireysel yozluklarını, kaygılarını saptamak!

Hal böyle olunca filmi, Taylan Biraderlerin ve kadronun diğer işleriyle kıyaslama anlamsızlığı iyice netleşiyor… Ve dahi, pek çok ünlü ismi bünyesinde barındırarak gerek mesaj gerekse karakter harmanını güçlendiren ‘Azizler’i objektif bir bilinçle izleyip yansıttığı yaşamsal gerçekler üzerinden değerlendirmek kaçınılmaz oluyor.
İç içe geçmiş kısa süreli anlatımlarını 90 dakikayla sığdırarark ve iki ana karaktere ağırlık vererek karşımıza çıkan ‘Azizler’ için ilk sözüm, içeriğin, hangi yaşta ya da konumda olursa olsun günümüz insanının popüler kültürden etkilenişini yansıtma özelliğine yönelik…


Bu noktada en etkili kara mizah mesajcılığı, çocuk oyuncu Göktuğ Yıldırım’ın canlandırdığı Caner karakteriyle yapılmakta. Kabadayılığı nimetten sayan ve adeta şiddet-silah propagandasına dönüşen dizilerin çocuklar üstündeki olumsuz etkisini vurgulamak istercesine yaratılan karakter, güldürürken düşündüren bir yapıda. Dayısı Aziz’i canından bezdiren, anne-babasını parmağında oynatan Caner; Chucky-mafya karışımı tavırlarıyla, boyunu fersah fersah aşan konuşmalarıyla ve kabadayı hareketleriyle evde terör estirip aşırı şımartılmış çocuk profiline rahmet okutan türden bir tablo sergilemekte. Buradan alınacak mesaja gelince… Diziciler, ‘mafya-kabadayı’ kahramanlar yaratmaktan vazgeçsin; aileler de bunları çocuklara-ergenlere izletmesin! Yoksa buradaki mizahi çocuk tiplemesinin yaşamda bollaşacağı net.

‘Azizler’in yetişkin kanadına baktığımızda… Buradaki ilk mesajcı karakter, Engin Günaydın’ın canlandırdığı Aziz olmakta. Maddi zorunluluğun yetişkin insanları istemedikleri kişilerle birlikte, olumsuz koşullarda yaşamaya mahkûm ettiği gerçeğini simgeleyen Aziz, işyerinde de patron kıskacında olmanın örneğini sergilemekte. Ayrılmakla ayrılmamak arasında döngüye girmiş sevgililik halinin de mağduru olup kendine ait bir yerde yalnız kalıp kafa dinlemenin özlemini çeken Aziz’in, saygı-vefa konularındaki hassasiyetine rağmen, zorunluluktan dolayı toplumsal yozlaşmanın içinde savrularak yaşama durumunda olması da ayrı bir mesaj.

Aziz kadar hatta ondan daha ön planda olan bir başka karakter, Erbil! Haluk Bilginer’in canlandırdığı Erbil, çok sevdiği karısını kaybetmenin ardından yalnızlığın yükünü omuzlarında hisseden ancak karısına sadakatinden dolayı yeni birini hayatına sokamayan nadir erkeklerden! Bana göre ‘Azizler’in asıl dramatik yüzü de Erbil’in varlığında açığa çıkıyor. Zira parayla yabancı kadın getirtmeye heveslenen, iş yerindeki Vildan’a hallenen ve sağlık için bol suyu tavsiye edip sıkça ‘sağlıklı bir ömür’ dileyen Erbil, giderayak yalnız kalmama isteğiyle, ölümün kurtuluş yüzünü buluşturan gerçekçi ve başarılı bir ikilem yaşatıyor izleyene.



Eskinin aile ve yaşam değerlerinin dibe vurduğu günümüzde, insanların hangi yaşta ya da konumda olursa olsun popüler kültürden etkilendiğini gösterme özelliği sergileyen yapımda Öner Erkan’ın ‘Alp Bey’ performansı da kayda değer bir mesajcılığa sahip. Patron konumunda sergiledikleri, toplumsal yozlaşmanın bir parçası. Dolayısıyla çalışanına arkadaşça yaklaşır görünürken özünde ‘adam kullanma’ mantığıyla davranan ve büyük yalnızlığını parayla satın alınmış kalabalıklarla gidermeye, yalanlarla bastırmaya yönelen… Evdeki hesap çarşıya uymayınca, ikiyüzlülüğünü devreye sokarak, gizlice kayda aldığı özel görüntüleri teşhir edip buradan çıkar sağlama kozunu oynayan Alp de kara mizah taşlamasının başarılı bir örneği.

Bunların dışındaki karakterlere gelince… Onlar da kendilerince mesajcılık taşıyor kuşkusuz.


Gülçin Santırcıoğlu’nun Vildan karakteriyle, ev bark sahibi yalnız adama yanaşarak geleceğini garantilemek isteyen olgun kadın tablosunu yansıtan… Okan Yalabık’ın Psikolog kimliğiyle, popüler kültürün sebep olduğu toplumsal yozlaşmadan nasiplenen çocuklara karşı tıbbın yetersiz kalacağını dillendiren… Hülya Duyar’ın anne, İlker Aksum’un baba figürüyle yer aldıkları aile tablosuyla, günümüzün işten güçten bezmiş ve çocuklarını dizilerin kucağına atarak onları kontrolde ipin ucunu kaçırmış otoritesiz ebeveyn tablosunu çizen… Helin Kandemir’in Cansu karakteriyle, aile içi geçimsizliğin ebeveyn destekli fenomenliğe çevrilmesi sonucu büyüklerinin hırsını tatmin için kullanılan mutsuz çocukları örnekleyen…

Fatih Artman’ın Cevdet’iyle, yalnızlığını duyarsızlığa ve öfkeye dönüştürüp ev-iş arası robotlaşan erkekleri vurgulayan… İrem Sak’ın Burcu’sunu ‘Hani hiç boynundan çıkartmayacaktın. Kolye nerede’ noktasında otomatiğe bağlayıp takıntılı ve ısrarcı sevgililere selam gönderen… Binnur Kaya’nın canlandırdığı Kamuran ile ölüp gitse bile hatırasıyla kocalarının hayatını şekillendiren kadınların absürt mizahını yapan ‘Azizler’, Halit Ergenç-Bergüzar Korel çifti aracılığıyla da, kavgalarını internette bol tık alan videolara dönüştürerek gelir kapısına çevirme heveslisi karı-koca örneği yansıtıp, sosyal medyada paylaşılan her şiddet videosuna inanmamak gerektiğini hatırlatmakta.

 

SONUÇTA;
Ruhsal doyumsuzluklarını ve duygusal yalnızlıklarını başkalarının hayatlarını gözetleyerek tatmin etmeye yönelen… Cep telefonunun yaygınlaştırdığı sanal âleme gereğinden fazla dalıp yaşamsal gerçeklerden ve insani değerlerden kopan… Fenomenleri takip edip kendilerini, onların yaşamının bir parçası sayma merakındaki insanların yarattığı toplumsal yozlaşmayı es geçmeyen… Bu arada erkeklerin de, sanılanın aksine, kendi dünyalarında yalnız olduklarını mimleyen… Kısacası ‘Bizi, bize anlatan’ bir film, ‘Azizler’!
Dolayısıyla ‘Azizler’in en büyük gücü, ünlü kadrosundan ziyade, toplumsal yapıyı bozan günümüz gerçeklerine dair iğneleyici mesajcılığı diyebiliriz rahatlıkla. O nedenle özgün içeriği ve diliyle gerçekliğini-samimiyetini hissettiren yapımı olumsuz yaklaşarak değil, ‘Azizler’den çıkan mesajları ön plana alarak izlemek gerek. Aksi takdirde Netflix’te yerini alarak beyazperdeden daha çok kişiye ulaşma ve konuşulma imkânına kavuşan ‘Azizler’den keyif almak mümkün olmaz.

Son söz ünlü filozof Aristoteles’ten gelsin… ‘Toplumun toplum olması için, toplumda bir tabakanın düşünmeye zaman ayırması zorunludur’!

 
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal